Aşçı Dede biricik Şeyhzâdesi Hacı Fevzi Efendi’nin Şam’a gelipte Emeviyye Camiinde Mevlid-i Nebevî gününde (22 Eylül 1893) karşılaşmalarını büyük kavuşma bayramı olarak zikretmiş ve Hatırât-ı Aşçı İbrahim’de şöyle anlatmıştır;

“Bundan iki gün sonra yani Rebiülevvelin on ikinci (22 Eylül 1893) Cuma günü alelusul Câmi’i Emeviyye’de mevlûd-i nebevî kıraat olunacağından oraya gidip Cuma namazını ededan sonra huzûr-ı Hazret-i Yahya Aleyhisselâmda bir cemm-i gâfir ile kıraat-ı mevlûd-i nebeviyye mübâşeret olunup fakir de kadem-i sa’âdet-i Hazret-i Yahyâ Aleyhisselâmda bir yere sıkışıp ve büzülüp murâbıt (rabıta halinde ) olarak istima etmekte iken, şubemizin müdür muavini olan bizim Halil Efendi gelip omuzumdan dürttü. Gözümü açıp nedir diye işaret ettim. Geliniz diye işaret etti. Fe-subhânallah dedim. Yine rabıtaya vardım. Be-tekrar gelip ilhâh ve ısrar etti. Biraz hiddet gösterip kulak vermedim. Lâkin efendi-i mûmâileyh de ilhah, ısrarında sebat etmekle gönlüme geldi ki günah ve kusurumun çokluğundan bu cem’iyyet-i mübârekeden ihraç olunacağım. Bunda da bir hikmet vardır diyerek oradan kalkıp mumaileyhin yanına gittim. “Ne var canım birader? Niçin böyle edersin”  dediğimde, cevabında dedi ki “Gel buraya, şu karşıda oturan zata bir baksana.” Bir de bakayım ki câmi’-i şerîfin kıble duvarına arka vermiş, türbe-i sa’âdete karşı etrafında nücûm gibi meşâyıh-ı kirâm toplanmış ve kendisi ara yerde bir şems-i hakîkat gibi zuhur etmiş faziletlü, reşadetlü Efendimiz Şeyh-i A’zam ve velînimetzâdem Hacı Fevzi Efendi Hazretleridir. Böyle vehleten birdenbire bu hâli müşahede edince bilâ-ihtiyâr bir vecd ve bir cezbe-i hakîkiye ve ma’nevîye hâsıl olarak kemâl-i hayret istilâ ederek olduğum noktadan harekete mecal olmayıp Halil Efendi’ye dedim ki “Ne vakit teşrif buyurmuşlar” Dedi ki “Bu gece teşrif etmişler.” Dedim ki “Fakir şimdi huzurlarına gidemem, sonra görüşürüm.” Mumaileyh yüzüme bakıp dedi ki  “Sen birdenbire görünce bir hâl oldun. Kendine gel, aklını başına al, gel gidelim” diye elimden tutup huzurlarına götürdü. Kıyam buyurdular. İşte orada bir el öpüştük. Lâkin bu el öpüşmeyi artık kalem ile vasf u tarif edemem. Ancak o dakikada tamamıyla ve kemaliyle cânân-ı hakîkat ve sultân-ı âlem-i dünyâ ve ahiret olan zât-ı mu’azzam Ulemâ-billâh kuddise sırrıhu’l-azîz efendimiz arz-ı cemâl ederek îd-i visâl-i ekber (Büyük kavuşma bayramı) oldu. Ve bunu müteakip Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Efendimiz Hazretlerinin bu âleme teşrifleri menkabe-i şerîfi kıraatle cümleten kıyam olunarak müteveccihen ile’l-kıble salât-ı şerîfe kıraatle meclis-i enver-i vilâdet-i nebevîye hitam verilerek hazret-i cânân (Fevzi Efendi) ile sohbet ve muhabbete bed’ ü mübâşeret olunmuştur.”[1]

AŞÇI DEDE’NİN İSTANBUL VE EDİRNE’YE DÖNÜŞÜ

 “İşte bi-hasebi’l-bâtın Hâfız-ı Şîrâzî kuddise sırrıhu’l-azîzden ruhsat alındığı gibi bi-hasebi’z-zâhir de Şeyh-i A’zam velînimetim efendimzadem reşadetlû faziletlû Hacı Fevzi Efendi Hazretlerinden ruhsat alınmıştır. Şöyle ki evvelce zikr ü beyan olunduğu üzere Hazret-i Şeyh-i A’zam kuddise sırruhu’l-azîz efendilerimizin harem-i ismet-penâhîleri ki müşarünileyh Hacı Fevzi Efendimizin vâlide-i sa’âdetleridir (Gülsüm Hanımefendi), Şâm-ı Şerîfe teşrif buyurulup Erzincanî Halil Efendi’nin hanesine misafir olmuşlar idi. Ve biraz da keyifsiz olup lehu’l-hamdu ve’l-minne kesb-i sıhhat ve âfiyet edip Ramazân-ı şerîfin yirmi üçüncü gecesi idi, müşarünileyh Fevzi Efendi Hazretleri kendilerine mahsus olan araba ile çiftlikten gelip yevm-i mezkûrda beraberce buradan hareket buyurdular. İşte o gece müşarünileyh (Hacı Fevzi) hazretlerinin huzurlarına gidilip hayli muhabbet olunup hatta bizim mahut binbaşı efendinin fakire böyle “Senin de Allah belânı versin!” dediğini işitmişler idi.(Hacı Fevzi Efendi) Buyurdular ki “Sakın (Binbaşıya) darılmayınız!” Dedim: “Hayır efendim, darılmadım.” Buyurdular “Size dua etmiş. Siz de âmindemeli idiniz, yani Cenâb-ı Hak Reis Raşanın belâsını verir, buradan yıkılır gider. Sizin de belânızı verir, İstanbul’a gidersiniz” buyurdular. Lâkin müşarünileyh hazretlerinin bu nutk-ı âlîlerinin manevî olan tevîlâtını bilemem, zâhirisi sahih Şam’dan gitmek gibi büyük belâ olmaz azizim. Bakalım neticesi ne olur ise o zaman murâd-ı mürşidâneleri ne olduğu anlaşılır.

Velhâsıl o gece kendilerinden dahi Dersaadet’e (İstanbul) gitmeye ruhsat alınıp veda eder iken, her nasılsa, ber-taklîb ayaklarını takbîl ettim.(öptüm) Fevkalâde kendilerine hicap gelip estağfirullâh dediler. Ama benim muradım da bu idi, lehu’l-hamdu ve’l-minne hâsıl oldu azizim, ya hû.”[2]

“Cenâb-ı Hakk’ın avn ü inayetiyle mütevekkilen alallâh bin üç yüz on bir senesi şehr-i Nisanın sekizinci (20 Nisan 1895) cumartesi günü alessabah Şâm-ı Şerîf’e “Elveda ya arâzî-i mukaddese, elveda ya cennet-meşâm!” diyerek karusaya râkiben ve erenlere müteveccihen âzim-i Beyrut olarak nısf-ı tarîk olan İştevrî’ye muvasalatta velînimetzadem Hazret-i Şeyh Ahmed Fevzi Efendimiz orada fakirlerinin rûy-ı siyâhını Akdeniz yıkamaksızın teveccühât-ı iksîr-âyât-ı mürşidâneleriyle gasl ile selâmet Fâtihası muvaffakiyet duasını ifaya muntazır oldukları müşahede olundukta, “el-veledu sunvu ebîhi” (çocuk babasının aynıdır) sırrı zuhur ederek hâsıl olan sürur u hubûr u huzur artık kalem ile tarif ü tavsif olunamayıp hemen hâk-i pây-i mürşidâneleriyle yüz sürmeye şitâb olunup îfây-ı ubûdiyyet olunduktan sonra oradaki birinci lokantaya davet olunup mükemmel bir ziyafet keşidesiyle fakirlerini gark-ı lücce-i meserret etmişler ve selâmet Fâtihasıyla “Yürü ki meydan senindir dedeciğim” demişlerdir.”[3]

Daha sonra Edirne ye geçen Aşçı ibrahim Dede oradaki mevlevî dergâhında sikke giyip semâ dönmüştür. 18 Eylül 1896.[4]

ŞÂM-İ ŞERÎF’TEN DERSAADET İSTANBUL’A DÖNÜŞ          Hacı Fevzi Efendi’nin Aşçı Dede’yi İstanbul’a Daveti            (Temmuz 1903)

Şâm’daki Bikâ’el-azîz’de ki Çiftlikteki vazifesi (sürgün’ü) sona eren Hacı Fevzi Efendi oradan İstanbul’a dönmüş ve Haziran 1903’te İstanbul’da Ortaköy-Yüksek kaldırımdaki Derviş Paşa’nın konağında ikamet etmişlerdir. (Resim 42) Hacı Fevzi,  Edirne’deki Lalası Aşçı İbrahim Dede’yi yanına çağırmaktadır. Aşçı Dede hatıratının bu bölümünde şunları kaydeder;

“Fî 19 Rabiülâhir sene 321 (15 Temmuz 1903) ve fî 1 Temmuz sene 319 Salı günü şubede oturur iken vakt-i zuhrda ezân-ı Muhammedî okunur iken gönül âlemine şöyle tulû etti ki hazret-i şeyh efendimiz (Hacı Fevzi Efendi) hazretleri Dersaadet-i teşrif buyurmuşlar ve fakirleri için bir miftâh-ı âlî olduğu ayne’l-yakîn müşahede ve tasdik olunmuştur ve şimdiye kadar görünen rüyalar dahî bunu musaddıktır,

 “destur erenler şahı efendimiz” deyip hemen hâk-i pây-i hazret-i a’zam efendimize yüzler ve gözler sürüp zâhir ü bâtın derd ü gam ve elemlerimizi arz ile iksîr-i a’zam olan nazar ve teveccühât-ı mürşidânelerine mazhariyetle dünya ve ahiret iktisâb-ı feyz ile sermâye-i ezel ü ebed olan aşk u muhabbetlerimi şulelendirmek niyet-i hayriyyesiyle Dersaadet’e Temmuzun onuncu Perşembe günü akşamı hareket olunmasına gönül âlemince karar verildiği gibi, mesnûn olan müşavere dahi bizim Âsım Efendi oğlumuzla lede’l-icrâ onlar tarafından tensip olunmakla ber-muktezâ-yı mezuniyyet derakap Mushaf-ı şerîften tefeül olunup sûre-i Nahl de ve sayfanın iptidasında zuhur eden âyet-i şerîfe bu idi: “Ve elkâ fi’i-ardi ravâsiye en temîde bikum ve enhâren ve subulen le’allekum tehtedûne â ve alâmâtin ve bi’n-necmi hum yehtedûne.” (Sizi sarsar diye arza ağır baskılar arttı, ırmaklar ve yollar yaptı ki doğru yolu bulasınız. ‘Yol bulmak için yararlanılacak’ işaretler de ‘yarattı’. Onlar yıldız(lar)la da yol bulurlar. Nahl-15-16)….”[5]

Hacı Fevzi Efendi; “Dedem İstanbul’a Buyurun” …

‘’Artık bu âyet-i kerîmenin gerek zâhir ve gerek bâtın mana ve remz ü işareti: “Dedem, İstanbul’a İstanbul’a buyurun!” diyorlar. Dahi Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Efendimizin buyurdukları gibi “Ashâb-ı kirâm nücûma teşbih olunmuştur. Her kim onlara iktida ederse, felah, necat ve ihtidâ olunurlar.” Âmennâ ve saddaknâ. İşte meşâyıh-ı kirâm hazerâtı dahi böylece birer nücûmdur. O cümleden hele Gavs-ı A’zam bir şems-i hakîkattir ki şimdi onun bir parçası  (Şeyh Hacı Fevzi) Dersaadet’te cilve-nümâ-yı bahş-i tecelliyât-ı feyz-i akdes etmektedir. Hemen hâk-i pây-i hazrete yüz sürmeye can at dedem azizim, erenlerim hû.”[6]

Şeyh Hacı Fevzi Efendi Lalası Aşçı İbrahim Dede’yi Erzincan’a çağırmaktadır. 4 Temmuz 1903 tarihli mektubunda Aşçı Dede’nin oğlu Ali‘nin tayin meselesinden bahsedip, Erzincan’da yüz yıla yakın bir zamandır kapalı ve harap bir vaziyette olan Erzincan Mevlevîhânesi’nin Kemahlı Mevlevî Şeyhi Müşekrekli İbrahim Hakkı Dede’nin meşihat aldığından bahisle lalasını Erzincan Mevlevîhânesi’ne buyur etmektedir. Şeyhzadesinden hayli bir zamandır mektup almayan Aşçı Dede Hazretleri bu mektuptan ziyade memnundur. Zira mektubun Hazret-i Rasulullahın Halifesi Şeyhi Hacı Mustafa Fehmi Efendi’nin biricik oğlu ve halifesinden geldiğini, bundan dolayı çok mutlu olduğunu, mektubu alıp öpüp başına koyduğunu, hatta askeri tolayıp selâm’a durdurup okuduğunu zikretmiştir. Hatıratın bu bölümünde Şeyh Fevzi Efendi’nin mektubunun tamamı ve Aşçı Dede’nin cevabî mektubunun tamamı kayıtlıdır.

“…Halîfe-i Cenâb-ı Resul-i Kibriyâ olan Sultân-ı Ulemâ-billâh Fehmi kuddise sırrıhu’l-azîz efendimizin mahdûm-ı âlî-i cenâb-ıgavsiyyeleri ve halîfe-i ma’nevîleri rûhu’r-rûh faziletlû reşadetlû velinimetzadem zâdallâhu fazle(hu) ve ihsânehu Hazret-i Hacı Ahmed Fevzi Efendimiz Hazretleri tarafından şeref-vârid olan emirnâme-i cenâb-ı reşâdet-penâhîleri ki hayli zamandan beri hiçbir muhabbetnâme-i reşâdetlerine şeref-nâil olmadığımdan fevkalâde müteessif idim, binaenaleyh kemâl-i ta’zîm ü tekrîm ile alınıp takbîl ve sertâc makamında başıma koyup feth ü küşât olundukta erenler tarafından bu yüzsüz Aşçı Dede’nin en son çerağiyet berât-ı şerîfi olduğunu anladığımdan ve bundan büyük tebşir ve müjde olmadığından hemen asker-i ma’neviyyeye silah başına boruları vurdurularak huzura celp ve cem’ ile kumandanları tarafından selâm dur kumandası ile o huzur ve selâmda emirnâme-i reşâdet-penâhî kıraat olunarak üç defa “Padişahım çok yaşa!”  diye selâmlandıktan sonra silâhları alınıp vaz’-ı depo ile kendileri hane ve makamlarında kemâl-i huzûr u râhatla istirahatleri ve bundan böyle iklîm-i vücûdun emn ü asayişi ber-kemal olduğunun neşr ü ilânıyla hane ve makamlarına ric’at u avdet etmişlerdir azizim.”[7]

“Halamın vefatından sonra refikam yalnız başına kaldığından Dersaadet’te olan mahdumu Arif Bey’in haremi Saraylı Hanım ile kerimesi dört yaşında Adeviye’yi buraya istedik. Binaenaleyh üç yüz on dokuz senesi Haziranının yirmi üçüncü (6 Temmuz 1903) Salı günü alessabah karşı gidip şimendiferden (trenden) aldık. O gün şubeye geldim. Postacı Kemal, hazret-i şeyh-i a’zam efendimizin (Hacı Fevzi’nin) mezkûr emirnâme-i reşâdetlerini getirdi. Ba’del kırâat, “Fe-subhânallâh” dedim. Saraylı Hanım ile emirnamenin bir günde gelmesi, İstanbul’a gidilirse muavenet etmek üzere Erenler Saraylı Hanım’ı göndermiş demek olduğundan buna fevkalâde teşekkür ettim.”[8]

                                                                                                                                              

 

[1]Aşçı Dede’nin Hatıraları, c.2, s.846.

[2]Aşçı Dede’nin Hatıraları, c.2, s.875-876.

[3]Aşçı Dede’nin Hatıraları, c.2, s.877.

[4]Aşçı Dede’nin Hatıraları, c.3, s.1457.

[5]Aşçı Dede’nin Hatıraları, c.3, s.1290-1291.

[6]Aşçı Dede’nin Hatıraları, c.3, s.1291.

[7]Aşçı Dede’nin Hatıraları, c.3, s.1285.

[8]Aşçı Dede’nin Hatıraları, c.3, s.1289.