İnsanın tekâmül etmesinin ve dolayısı ile toplumun tekâmül noktasında ilerlemesinin yolu itidalden geçiyor desek yanlış söylemiş olmayız.

Zira itidal, ifrat ve tefriti kapalı tutar. İfrat ve tefritten uzaklaşıldığı ölçüde zehirli ve kılçıklı düşünceler toplumu etki alanına alıp metastaz(bulaşıcı) yapması mümkün olmaz.

Toplumun her alanında özellikle siyaset alanında hep tahrik eksenli söz ve davranış biçimleri rekabeti kızıştırırken böyle bir atmosferde ilişkiler gerçeklikten ve doğruyu arama çabasından uzaklaştırıp sonucunun nereye varacağı belli olmayan menfezlere sürükler.

Hani derler, Cevizi hafifliği, insanı da dili rezil edermiş. Yüreğine gözünü çevirip ondan sonra diline parola sorarak konuşan, kalbinden vize alıp, empati kurarak düşüncelerini muhataplarına aktaran kaç düşünür, kaç yazar, kaç şair, kaç ilim adamı var? İşte asıl sorunda burada.

O kadar çok konuşuyor, keskin söylemler, tahrik ve tahrip gücü yüksek cümleler kuruluyor ki, tedavi edici, kaynaştırıcı, bütünleştirici, birleştirici ve uzlaşma kültüründen uzak.

Sadece kendisini görenlerin durumu kıyas körlüğünden başka neyle izah edilebilir ki? Güneşin en dik baktığı anda bile içine ışık işlemeyen, nefsinin kara deliklerinden içeri ışık sızmayanların her olumsuz hadise karşısında habbeyi kubbe yapıp, durumdan vazife çıkararak, ben de kanaatimi bildireyim diye ileri atılanların, oturduğu yerden dünyaya nizam vermeye çalışanların toplumun sinir katsayılarını nasıl yükselttiklerine şahit oluyoruz.

Göz ardı edilen şu ki rahat günlerin şımarığı, dar ve sıkıntılı günlerin isyankarı olanlar, toplumun reflekslerinin de kendilerine göre şekillenmesini istiyorlar.

Bugün Dünyanın her yerinde insanlığın duçar olduğu acı ve ıstırapları her gün televizyon ekranlarında ve basından izliyoruz.O acıları çeken insanlara sorulsa idi, şu acı ve ıstıraptan önceki hayatlarına dönmeyi ne kadar arzu ederlerdi değil mi? Buna hayır diyen olur muydu ?

Olmazdı.

Peki, onlar neyin kurbanı idi? Kendilerinin dışında kurtarıcı beklemenin, bir ve beraber olamamanın, mefkûresizliğin, ayrımcılığın, sen ben kavgasının, yılanlara, çiyanlara, sömürgecilere şirin görünmenin, kendilerine benzemeyenlerin elini eteğini öpmenin, sırtlarını sıvazlamanın kurbanları idi.

Her şeyi anlayan bizler artık öfke ve şiddetin hiçbir sorunu çözmeyeceğini ve daha karmaşık hale getireceğini anlamalıyız. Biraz da,Dilsiz derin acıları yaşayanların ve resmedenlerin yanına sokularak, kenara itilmiş hor ve hakir görülmüş her cümlesinden hayata dair bir şeyler öğreneceğimiz ve dersler çıkaracağımız insanları dinler isek, hayatın bize ne demek istediğini ve bulunduğumuz şartların kıymetini bilmeyi ve olumsuzluklardan ders çıkarıp daha ileriye hamleler yapabilmeyi bize sağlayacak, başkalarının hayat felsefesinin figüranları olmaktan da bizi kurtaracaktır.

Ekranlarda konuştuğu ve sarf ettiği cümleleri, görünmenin gücü ile birleştirip kutsal mahiyete büründürenlerin, düşünce kılığına girmiş menfaat simsarlarının, parmakları nasırlaşmış sanatkârın, sanayide sabahtan akşama kadar demiri döverken, bükerken hem demire şekil verip hem kendisini şekillendiren ustaların öyküsünden bigâne olduğunu toplumun kahır ekseriyeti anlamaktadır.

Âcizane iyiye gittiğimizi düşünüyorum. Zira yaşanan her hadise sapla samanın ayrılmasına ve hastalıklarımızın neler olduğunun açığa çıkmasına vesile olurken, Ülke olarak ona göre de tedavi metotları geliştiriyoruz.

İtidalli davranan, manipülasyonlara itibar etmeyen ve olan biten her hadiseyi önce akıl süzgecinden geçirip ona göre davranış biçimi gösteren her fert, Ülkesinin itibarına, gelişmesine ve hastalıklarından kurtulmasına omuz vermiş olur.