İlimler sayesinde depremlerin şiddet, mesafe, derinlik ve fay hatlarının hesaplarını yapıyoruz. Güya inançlıyız ama halen iç dünyamızın dalgalarında dalgalanıyoruz. Dört büyük melekten biri olan Mikail a.s.‘mın bütün tabiat olayları diye tabir adlandırdığımız afetlerin ve hadiselerin amiri, yani kendine verilen yetkiyle her şey onun takdiriyle ve emriyle yapıldığını unuttuk.

!992 yılı 13 Mart ayı Ramazan gecesi teravih namazında bir camideydik. Birden yerin altından gittikçe artan gümbürtüler çatırtılar ve gökyüzünden gelen korkunç seslerle irkilerek kaçmaya başladık. Öylesine ileri geri sarsıntılar vardı ki, kaçamayı bırakın, yerlere kapanıyorduk. Üst mahfilden kadın ve çocukların çığlıkları, sanki o dar alanda mahşeri yaşıyorduk. Dışarıya çıktığımızda halen yıkılmakta olan binaları, yere düşen elektrik tellerini ve patlayan şehir şebeke suyunun yollarda diz boyu akarken gördük. Dışarısı çok karanlık, yollar buz tutmuş halde, yanık kokuları, korkunç ve ürkütücü çığlıklar gökyüzüne doğru yayılıyordu. Ne telefon ne ambulans, ne elektrik ne de su vardı. Daha fazla detaylara girmek istemiyoruz. Bir anda ülke seferber oluyor, her türlü giyecek, yiyecek, nakdi yardım, yiyecek, çadır vs. yardımlar gelmeye başlıyor.

Gelen yardımlardan pay alabilmek için yağmalar başlıyor. Kamyonlar dolusu çadır, battaniye, gıda vs. geliyor, insanlar hücum ediyor, kimisi 6, 7 tane çadır almış, kimi bir balya battaniye, kiminde teneke, kiminde çuval çuval, kimi de hiç alamamış. Yani kaba kuvveti ve gözü açıklar, adamı olanlar ve stok yapanlar ortaya çıkıyor. Ama mateme bürünenler, evi yıkılanlar, feryat edenler, bir köşeye çekilmiş perişan kaderlerine ağlıyorlar. Sanki dramatik bir film çekimi yapılıyor. Çok az hasar görmüş köylere günlerce yardım gittiğini duyduk. Çünkü menfaat, kayırıcılık ve kanaatsizlik var.

Bir deprem mahallinde yiyecek eşya ve çadır dağıtımı en büyük israf ve yanlıştır. İnsanlar barınma ve yiyecek derdine asla düşmemelidir. Yoksa böyle aç gözlü saldırgan konumuna düşerler. Yardım ekipleri her deprem bölgelerine sahra çadırları, sahra yemekhaneleri kurulmalıdır. Masalarından kalkan insanlar yardıma koşmalıdır. İnsanlar yardım kapmak için değil, yardım ekibi olmak için koşmalıdır. Ama bizim her yerde bir aceleciliğimiz, şokumuz, paniğimiz var bu yüzden hiçbir şeyi de düzenli yapamıyoruz.

Japonya da büyük bir depremi ve tusunami felaketi yaşandı. Binlerce insan öldü, köprüler binalar yıkıldı ama böyle talanlar yaşanmadı. Sahra masalarında yemeğini yiyen tekrar yardıma koştu. Devlet millet el ele cenazesini, yaralısını kaldırdı, Bizde ise hasar görmeyen bölgelere dahi günlerce kapı, kapı yemekler, ihtiyaç maddeleri dağıtıldı çoğu çöplere döküldü. Ziyan görmeyenler, fırsatçılar herkesten önce koştular.  Kimseye de bir hayır etmedi ya.

Acelecilik acemilikten gelir. Çok afetler yaşadık ama en sonunda binaların en iyisini en muhkemini yapmayı başardık, birde bir afet halinde kişilere değil de toplumsal olarak el uzatsak çok daha güzel olacak.                                                                                                                                                               

Deprem ve sel gibi afetler yaşandıktan sonra, insanlardan kaynaklanan artçılarını yaşamayalım. Sonra ortaya mağdurlar ve malumlar ortaya çıkar.