Yıl 1979. İmam Hatip Lisesi‘nden devlet yatılısı olarak mezun olunca, mecburi hizmet için Diyanet İşleri Başkanlığı‘nda açılan sınava katıldım. Doğrusu imam hatiplik yapmaktan da çekiniyordum ancak zorunlu olarak görev almam gerekiyordu.

Kura çekimi yapılacak, görev yerlerimiz belirlenecekti. Yetkili komisyon üyeleri kura torbasında genellikle doğu ve güneydoğudaki münhal yerler olduğunu, kuraya girmeden de Doğu ve Güneydoğudaki camileri tercih edilebileceğimizi ifade ediyorlardı. Ancak il dışına gitmeyi istemiyor, “acaba Konya çıkar mı” ümidiyle, kura torbasına elimi attım. Konya İl Müftülüğü emrinde görevim belirlendi. Sevindim.

Tohum saçmalı

Nihayet Konya İl Müftülüğüne geldim. Beyşehir İlçesi, Hüyük Nahiyesi, Çavuş Kasabası’nın merkezdeki tarihi camisinde göreve başladım. Ancak hala korkuyorum, bir cenaze olsa ne yaparım diye. Şükürler olsun, Çavuş Kasabası’nda öncede medresede okumuş İsmail Amca bize güven verdi, artık endişelerim gitmişti.

Hedefim Yüksek İslam Enstitüsü‘ne gitmekti. Çok istiyordum. Yüksek İslam mezunlarına gıpta ediyordum, dua ediyordum. Ancak 1979 senesi politikanın ve siyasi kavgaların zirve yaptığı sene idi.

Okuyacak çocuk arıyordum, yetiştireyim, toprağa bir tohum ekeyim istiyordum. Hayırlısı ile yetişsinler de meyvesini görmem önemli değildi. “Ben seferden sorumluyum, zafer Allah celle celaluh’tandır” diye düşünüyordum. Merhum Üstad’ın “Tohum saç bitmezse toprak utansın!/ Hedefe varmayan mızrak utansın” dizeleri beni kamçılıyordu.

Okul yıllarımızda Doğanhisar‘da Milli Türk Talebe Birliği‘ne gider gelirdik. İslam derdi davası ve heyecanını elhamdülillah tam olmasa da yaşam ve yaşatma azmiyle mezun olmuştuk.

Yüksek İslam Enstitüsü‘nde 3 sene Tefsir Hadis bölümündeki eğitimimiz, son sene 1983 yılında Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi oldu ve ilk mezunu da bizler olduk.

Erzincan güzel şehir

Yıl 2013. Erzincan İl Müftüsü idim. Erzincan hem maddi coğrafyası hem de manevi atmosfer bakımından çok güzel bir ilimiz. İnsanları dersen daha da bir güzel, gönülleri, siretleri takdire şayan. Din görevlileri çok gayretli vefakar arkadaşlarımız.

8 ay kadar tadına doyamadığım günler yaşadım. “Vallahi dünya için Allah demem” sözünün sahibi, Allah dostu ve velisi Terzi Baba’nın ve Dede Paşa merhumların mekanıydı bu memleket…

Osmanlı devrinde Medine Vakfı olarak bereketli Fırat Havzası’nın organik güzel ürünleri, Sevgili Peygamberimiz hatırına ehl-i medineye gönderilmiş… Güzel ecdadımıza rahmet olsun.

Erzincan coğrafyası vadisi, Medine i münevvereye benziyor. İki dağ arasında olmasından dolayı Medine coğrafyasına benzetiyorum. Alevisi Sünnisi ile bir ümmet olma güzelliği, farklılıklara rağmen, birlik ve beraberlik güzelliği Türkiye’ye örnektir.

Başbağlar‘daki katliam bu güzelliği bozmak için dış güçlerin ve içteki hainlerin, PKK’nın insanlık dışı vahşetini sonucuydu. Rabbim kadın, erkek, genç, ihtiyar ve bilhassa imamları da başta olmak üzere gani gani hepsine rahmet eylesin. Erzincan’da göreve başladığımda ilk ziyaretimi Başbağlar şehitlerine yapmıştım.

İşte güzel Erzincan da görevde iken bir telefon geldi. Hocam Siirt İl Jandarma Alay Komutanı arıyor dedi memur kardeşim.

Gözlerim yaşardı, ta 1979 senesinde kendisi ile 3.5 ay ilgilendiğim, Kur’an öğrettiğim ve müezzinlik yapar hale gelen bir kardeşimin sesiydi bu. Asker olmuş, Albay olmuş, İl Jandarma Alay Komutanı olmuş Feridun Yürekli kardeşimin sesi…

Onun aradığına ne kadar çok sevindim. Allah’a hamt ettim. Bir kişi de olsa ilgilendiğimizde emekler boşuna gitmiyor. Doğru dini bilgiyi insanlığa sunma vazifesi üzerimizdedir. Vebal omuzlarımızdadır. Doğru dini bilgiler verilmezse, gönüller bu hak ve hakikatlerle dolmazsa, batıl istila eder gönülleri.

Bilge Kral Aliya‘yı rahmetle analım. O şöyle diyordu bir konuşmasında: “Din hurafeleri yok etmezse, Hurafeler dini yok eder.”

Sevgili Peygamberimiz sallellahu aleyhi ve sellem de bir kişi ve daha nice bir birlerle binler olmadı mı?