Karabayır mesajında; “İslâm dünyası olarak 25 Ekim 2014 Cumartesi günü yeni bir hicrî yıla daha girmenin sevincini yaşayacağız. Rabbimize nihayetsiz hamd ü senalar olsun! Efendimize sayısız salat ve selam olsun! Resûl-i Ekrem Efendimizin (sas) Mekke’den Medine’ye hicreti, tarihte Müslümanlar için bir milat ve dönüm noktası olmuştur. Hicretle birlikte Müslümanlar hem bireysel hem de toplumsal anlamda yeni bir başlangıç yapmışlardır. Hicret vasıtasıyla İslâm, diğer toplumlara ulaşmış ve onların hakka ve hakikate doğru hicretleri başlamış, böylece davet ümmete dönüşmüştür. Hicretin neticesinde Hz. Peygamber (sas), adalete ve ahlaka dayalı yeni bir toplum inşa etmiş, Medine’de inşa edilen bu örnek toplum modeli kısa zamanda etrafa yayılmış ve Mekke’nin fethiyle taçlanmıştır. Sevgili Peygamberimiz (sas), hicretin ardından Yesrib’de farklı kesimlerle görüşerek toplumsal bir sözleşme gerçekleştirmiş, böylece barış ve huzur içerisinde bir arada yaşanan yeni bir şehir olarak Yesrip, Medine’ye dönüşmüş ve İslam Medeniyeti’nin nüvesi teşkil etmiştir. Bu nüveden bütün insanlığı aydınlatan bir medeniyet doğmuştur. İşte İslâm kültür ve medeniyeti açısından bir dönüm noktası olması sebebiyle hicretin gerçekleştiği tarih, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Hz. Ali’nin teklifiyle, hicrî takvimin başlangıcı kabul edilmiştir. Müslümanlar için bir milat olan hicret; Allah’a ve O’nun Kutlu Elçisi Rahmet Peygamberine gönülden bağlılığın bir ifadesi; hakka, hakikate, ilme, irfana ve medeniyete yapılan yolculuktur. Hicret, Allah rızası için; anadan, babadan, evlattan, yardan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan vazgeçmenin ibretli ve meşakkatli bir öyküsü; Yüce dinimizin rahmet yüklü mesajlarını bütün insanlığa ulaştırmak için çıkılan kutlu yolculuğun adıdır. Hicret, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma, dostluk ve kardeşliğin ifadesidir. Kardeşine kucak açarak onunla evini, iş yerini, yiyeceğini ve varlığını paylaşmanın; kardeşini himaye etme ve sahiplenmenin adıdır. Hicret, asla maddi zorluklar ve zorlamalar karşısında bir kaçış değil; aksine İslâm’ı öğrenmek, öğretmek, yaşamak ve yaşatmak için yeni imkân ve zemin arayışıdır. Bilindiği gibi İslâm tarihi ve medeniyetinde hicretin yüksek bir mana ve değeri vardır. Hicret, sadece tarihte şartlar yüzünden cereyan etmiş tarihi bir olay olarak ele alınıp belirli bir zaman ve mekâna sıkıştırılacak bir hadise değildir. Hicret, sadece bedenlerin hicreti demek de değildir. Hicrette aynı zamanda fikir ve düşüncelerin göçü vardır. Şurası iyi bilinmelidir ki büyük, zengin ve egemen kültürler hep muhacir kültürleridir. Muhacir olan da güç ve kuvvetini Ensar’dan alır. Hiç kuşkusuz bugün hicreti doğru okumak ve doğru anlamak, hicretin nasıl ve ne şekilde gerçekleştiğini tarihi olarak bilmek kadar önem arz etmektedir. Sevgili Peygamberimizin (sas) hicreti, Mekke’deki zorluk ve sıkıntılardan rahatlık ve kolaylığa bir kaçış değildir. Hicret hiçbir zaman böyle anlaşılmamalıdır. Hicret, yeni bir imkân, yeni bir mekân, yeni bir medeniyet merkezi, Medine arayışıdır. Hicret, muhacirlere ensar arayışıdır. İlk Müslümanları bugünkü Etiyopya’ya, Habeşistan’a göç ettiren bu arayıştır. Habeşistan muhacirleri arasında Mekke’de iken zor durumda kalan hiç kimse yoktur. Aynı şekilde Sevgili Peygamberimizi (sas) Taif yollarına düşüren bu arayıştır. Birinci ve İkinci Akabe Beyatları gerçekleşince bu arayışın istikameti belli olmuştur. Sevgili Peygamberimiz (sas) “Hicret edeceğiniz yer bana bildirildi. Burası Yesrib’tir” buyurmuştur. Hicret, bir hayat tarzıdır. Dünya durduğu müddetçe hak ile batıl, adalet ile zulüm, hayır ile şer, iyilik ile kötülük mücadelesinin devam edeceği bilinciyle yaşamaktır. Hicret, her durumda zulmün ve zalimin karşısında hak ve hakikatin tarafında yer almaktır. Her fırsatta daha iyinin, daha güzelin arayışı içinde olmaktır. Hiçbir zaman fani dünyanın aldatıcılığına kanmamaktır. Nefsin, heva ve arzuların tuzağına düşmeyerek Allah’ın haramlarından uzak durmaktır. Hz. İbrahim’in (sas) dilinden dökülen “Hepimiz Rabbimize hicret etmekteyiz” ilahi hakikatini kalplerde ve zihinlerde her daim diri tutmaktır. Hicret müminler için sadece maddi olarak bir yerden bir yere göç etmeyi değil, hicret aynı zamanda günahlardan, her türlü kötülüklerden ve zulümden arınarak, hayra, iyiliklere ve rahmete göç etmeyi de temsil eder. Hicret, ister yaşadığı yeri, ister günahları ve kötülükleri terk etmek; isterse ahirete göç etmek anlamında olsun kıyamete kadar sürecek bir olgudur. Ne mutlu bugün hicretini hakka, hakikate, adalete, hayır ve iyiliğe doğru yapanlara! Ne mutlu bugün muhacirlere ensar olabilenlere! Ne mutlu hicret edenlere! Ne mutlu yüreklerinde hicret ruhunu taşıyanlara! MUHARREM-AŞÛRA VE KERBELÂ Yine malumdur ki; İslâm âlemi olarak her yıl yeni bir hicrî yıla girerken Sevgili Peygamberimizin (sas) Mekke’den Medine’ye hicretini bütün yönleriyle ve özellikle anlam boyutuyla hatırlayarak seviniriz. Ancak bu sevincimiz, hicretten altmış bir yıl sonra Muharrem ayının onunda, bir aşure gününde Resûl-i Ekrem Efendimizin (sas) torunu Hz. Hüseyin’in ve çoğu Ehl-i Beyt mensubu yetmişten fazla masum insanın siyasi ihtiraslar uğruna Kerbela’da hunharca şehit edilmesi nedeniyle büyük bir hüzne dönüşür. Şehit edilen Hz. Hüseyin ve arkadaşları, bu acı hadisedeki asil duruşları ve haksızlıklar karşısındaki onurlu mücadeleleri ile müminlerin gönüllerinde taht kurmuş; onlara bu zulmü reva görenler ise insanlığın ortak vicdanında mahkûm olmuştur. Hz. Peygamberin (sas) risalet döneminden sonra İslâm dünyasını derinden etkileyen olayların başında gelen Kerbelâ, Müslümanlar için ayrılığın ve kavganın kaynağı olmamalıdır. Kerbela olayı, rahmet olarak görülmesi gereken mezhebî farklılıkların bir ölçütü değildir. Ne Kerbela’da şehit olanlar sadece Şiîliğin temsilcisidir, ne de Kerbelâ faciasını yaşatan zalimler Sünnîliğin referansını temsil ederler. Zalimin de mazlumun da ne mezhebine ne meşrebine bakılır. Mümin her nerede olursa olsun zalime karşı mazlumun yanında duran vicdanlı insandır. Kerbela’da yaşanan trajedi karşısında Sünnî olan da Şiî olan da aynı duyarlılığı gösterir. Bu trajedi üzerinden İslam coğrafyasında ayrılık ve gayrılık var ederek kitlesel çatışmanın referansını oluşturmak İslâmî kardeşlik ve vahdeti bozma üzerine yapılan siyaset mühendisliğine prim vermek olacaktır. Üzülerek belirtmek isterim ki, günümüzde, her iki tarafın aşırı uçları bu siyaset mühendisliğine alet olmaktadırlar. Ve başta Irak ve Suriye olmak üzere birçok İslam beldesinde bu bağlamda katliamlar yaşanmaktadır. Bugün biz Müslümanlara düşen vazife, mezhepsel ayrılıklar üzerinde durmaksızın İslâm ümmetinin vahdetini ve kardeşliğini savunmak olmalıdır. Bugün yapılması gereken Hz. Hüseyin’i anlamaktır. Bugün yapılması gereken Hz. Hüseyin’e hile ve desiselerle kıyanların, onu sahra-i Kerbela’da susuz bırakanların, şehid edenlerin nasıl olup da kendilerini Müslüman görebildiklerinin sorgulanmasıdır. Hz. Hüseyin’i bugün yeniden anlamanın yolu, her şeyden önce tarihimize sızmış nefret ve intikam tohumlarını ayıklamak, onu birlik ve beraberliğimizin nişanesi yapacak bir tasavvur dünyasında yeniden okumaya başlamaktır. Hiç kuşkusuz bir ve beraber olmaktan söz ettiğimizde hak ve hakikat dostlarından, mahrumlardan, mazlumlardan, mustaz'aflardan söz etmiş oluyoruz. Hüseynî olanların yolu bellidir. Şehidlerin efendisi Hz. Hüseyin ve Kerbelâ şehitleri olmak üzere bütün şehitlerimizi rahmetle, ihtiramla, özlemle anıyor ve yâd ediyorum. Onların Hz. Zeynelabidin ile süren aziz hatırasını ve Ehl-i Beyt-i Mustafa’yı saygıyla selamlıyorum. Asırlardan beri Hz. Peygamber (sas) ve Ehl-i Beyt sevgisi etrafında kenetlenen milletimizin barış, huzur, güven, sevgi ve saygı içerisinde yaşamaya devam etmesini Cenab-ı Mevla’dan niyaz ediyorum. Allah bizleri Hz. Hüseyin’in muradına uygun hareket eden varisçileri konumuna getirsin! Bizleri zalimlerle değil mazlumlarla anılan, zalimlere karşı mazlumlardan yana olan kullarından eylesin! Bu duygu ve düşüncelerle İslâm âleminin yeni hicri yılını tebrik ediyor; hicretin tıpkı 14 asır önce hüzünleri ortadan kaldırıp daveti ümmete dönüştürdüğü gibi bugün de tüm insanlığa yeniden hayat vermesini; hicrî 1436 senesinin ülkemiz, milletimiz, yurt dışındaki millet varlığımız, gönül coğrafyamız, Erzincan’ımız, İslâm âlemi ve tüm insanlık için barış, huzur, mutluluk ve bereket dolu bir yıl olmasını Rabbimden niyaz ediyorum” dedi.
Editör: Doğu Gazetesi