Birlik Vakfı Erzincan Şubesi’nin “Şehir Okumaları” programının bu haftaki konuğu Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Şeref Akın’dı.  Akın, sunumunda “Varlıklı Sınıfın Şehrin Kalkınmasına Katkısı: Erzincan Örneği”ni anlattı.

Erzincan’da önemli bir dinamo görevi olabilecek “Varlıklı Sınıfın Şehre Olan Katkısı” ile ilgili çalışmalarının maksadını ve sonuçlarını anlatan Akın, çalışmayı bir yüksek lisans öğrencisiyle birlikte yaptıklarını, saha çalışmasında öncelikle hobiler ve yatırımlar üzerinden hareket ederek dolaylı yoldan konuyla ilgili sorular sorduklarını ifade etti. Prof. Dr. Mustafa Şeref Akın, “Erzincan’da yaşayan varlıklı kişileri, mevcut işleri dışındaki hobileri ve faaliyetleri kapsamında araştırdık. İş olarak ne yaptıkları veya başarılarını değil de, mevcut işleri dışında ne yaptıklarını sorduk. Aslında bunun arkasında birtakım modeller var. Niye biz bu soruyu sorduk? Hobi ve faaliyetlerinin ne olduğu, ne yaptıkları, varlıklarını yönlendirdikleri yatırım alanlarının nereler olduğunu sorduk çünkü bunların hepsi bir yerde kesişiyor” dedi.

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi bağlamında, insanların barınma, korunma, kendini geliştirme ve kendini var etme ihtiyaçlarının olduğunu hatırlatan Akın, ekonomik olarak imkânları sınırlı olan ve günlük ekmeğini kazanma derdinde insanın kendisini geliştirmek, başkalarına faydalı olmak gibi konularda fırsatının olmadığını vurguladı. Prof. Dr. Akın, çalışmalarının, ekonomik olarak bir imkâna kavuşmuş, üçüncü dördüncü aşamaları geçmiş, kendini kanıtladıktan sonra varlıklı sınıfa geçmiş kimselerin topluma yönelik verebilecekleri hususunda ne kadar oturmuş olduklarını, bu yönde ne gibi bir aktivitede bulunulduklarını incelemeye çalıştıklarını söyledi.

Batıda Rönesans’ın varlıklı ailelerin ekonomik katkıları ve destekleri ve çalışmaları ile ortaya çıktığını; matematikçi Joseph-Louis Lagrange’in, kimyager Lavoisier’in, iktisatçı David Ricardo’nun varlıklı ailelerin mesupları olduklarını söyleyen Prof. Dr. Mustafa Şeref Akın, ekonomik imkânlar, boş zaman yaratma ve onu doğru kullanma fırsatı yakalandığında topluma büyük katkılar sağlanabildiğini ifade etti. Aydınlanma çağında görülen bu hususa ilişkin Schumpeter’in girişimci sınıfın önemini belirterek inovasyondaki, girişimcilikteki katkılarda bu sınıfın yapıcı olduğunu; toplumdaki bütün yeniliklerin arkasında bu girişimci sınıfın varlığının egemen olduğunu söyledi. Akın, “Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine gelmeden önce, bu aydınlanma çağı ve sonraki döneme baktığımızda, varlıklı kişilerin okumalarını görüyoruz. Fakat bu okumalar tek başlarına kendi evlerinde inziva hayatıyla olmuyor. Toplumla paylaşılan yerlerde bunlar büyük kıvılcımlara dönüşüyor. Kafede buluşuyor, barda buluşuyor, kamu alanlarında buluşuyor. Chamber of commerce dedikleri ticaret odaları var. İşte mühendislik ticaret odası, mimar ticaret odası, ticari ticaret odaları vs. var. Bütün bunlarla bu insanlar büyük bir paylaşım içindeler. Ve bizim cluster dediğimiz bir grup oluşuyor. Yani bu tek başına bir kişinin okumalarıyla olan bir şey değil. Gerçekten o insanların paylaşımıyla ilerleyen bir husus” dedi.

“Osmanlı’ya ve Cumhuriyete baktığımızda bizde burjuvazinin olmadığını görüyoruz. Malumunuz Osmanlı’da serbest piyasa yok, her şey devlet tarafından belirleniyor. Varlıklı kesimin ilerlemesine izin verilmiyor: çünkü kendisine karşı,  yani sultana karşı tehdit olarak görülüyor. Özellikle üretim çok sıkı bir denetim altında. Osmanlı’da bu dönemde bu tarzda bir değişim gerçekleşemiyor. Cumhuriyetle beraber devlet eliyle zengin yaratma, batıdaki gibi bir burjuva sınıfı oluşturma çabası olsa da son derece kısıtlı kalıyor” diyen EBYÜ İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Akın, “Ben özellikle Erzincan’a gelmek istiyorum.  Bu çalışmada mülakat yöntemini kullandık. Erzincan merkezde oturan işletme sahibi, varlıklı 21 farklı kişiyle görüştük. Sermaye iradıyla, ya ticaretle uğraşıyor ya da gayrimenkul sahibi kimseler bunlar. Bu insanların Erzincan’ı ne kadar temsil ettiği gibi bir soru olabilir. Yani yöntem konusunda geçen seferde bir arkadaşımız bu konuyu sormuştu. Biz deney üzerinden gidiyoruz. Bizim için Erzincan’da yaşaması, evi arabası olması, bir ticari kazancı olması, yatırım yapacak kadar bir parası olması veya bir gayrimenkul irad gelirinin olması, boş zamanı olabilecek bir kişi olması, onu deneyimleyecek bir kişi olması bizim için yeterli. Ve tabi bir kişinin bize ifade etmesiyle değil. Bunu konuştukça, üçüncü, sekizinci, onuncu ve diğer kişilerle ortaya bir kalıp çıkıyor. Biz o kalıbı, trendi örüntüyü bulmaya çalışıyoruz. Örüntüyü bulduğumuz da, diyoruz ki buradaki oturmuş kalıp budur. Örneğin geçen çalışmamızda ben Erzincan’daki batıya aktarılan kaynaklar konusuna değinirken, İstanbul merkez olmak üzere insanlar batıda gayrimenkul alıyorlar dediğimde, kimse hayır hocam almıyorlar, hepsi Erzincan’da mal mülk ediniyorlar demedi. Bunun aksi yönde bir savunma olmadığına göre, demek ki metodolojinin doğru bir tarafı var” dedi.

Yaptıkları mülakatlarda eğitim durumunun; lise ve altı olan kişilerle, lisans ve üstü kişiler arasında bir takım farklılıklar ortaya çıktığını söyleyen Akın, “Lise altında olanlar hobisiz, belli bir ilgi alanları yok. Futbol oynamak, televizyon ve gazete haberlerini takip etmek, kıraathane ve çay ocaklarında sohbet etmek, yürümek, piknik yapmak, evde oturmak gibi meşguliyetlere sahipler. Lisans ve üstü eğitimi olanlarda daha hareketli faaliyetleri olduğunu, aktivitelerden kısmen faydalandıkları; kayak yaptıklarını, bisiklete bindiklerini, kendilerine daha çok zaman ayırdıklarını tespit ettik. Yürüyüş yapmak, kahvehanelere gitmek yine bu grupta da var. Burada gördüğümüz çok önemli bir eksiklik var,  o da kitap okumamaları. Bir ilmi konuda ilerlemek, sanat çalışması yapmak, estetik zevki geliştirmek gayreti yok.Yani bu tarzdaki herhangi bir sosyal, edebi bir konuda biz bir çalışma yapıldığını veya böyle bir uğraşı olduğunu yakalamadık” dedi.

Prof. Dr. Akın, “Farkındalıkları olup olmadığına dair yönelttiğimiz sorulara, sanatsal faaliyetler, Birlik Vakfı’ndaki faaliyetler gibi aktivitelerden habersiz olduklarını söyleyerek, daha çok doğa sporları ve arkeolojik gezilerden bahsettiler. Yani şehrin küçüklüğünden dolayı sosyal imkânların kısıtlılığının doğal olduğunu vurguladılar. Peki, şehir küçük olursa biz o zaman sosyal aktivite yapamayacağız öyle mi? Veya kültürel aktivite yapamayacağız. Veya bunlar herhangi bir şekilde olmaz mı? Bir öğrencim workandtravel benzeri programla Almanya’ya gitmiş.  Bu programda siz bir para kazanmıyorsunuz, gittiğiniz yerde misafir oluyorsunuz. Ama yanına gittiğiniz kişinin de biraz yardıma ihtiyacı var. Öğrencim Almanya’nın bir köyünde sahibi İngiliz olan çiftlikte bir ay kalmış. Almanya’daki o çiftliğin sahibi adam altı ay İngiltere’de, altı ay da Almanya’da yaşıyor. İngiltere’de çiftlikler çok pahalı, Almanya da daha ucuz diye bu işi hobi olarak Almanya’da yapıyor. Öğrencim her gün iki üç saat çiftlik sahibinin işlerine yardımcı oluyor ve misafir olarak kabul görüyor. Adam da her gittiği yere bu öğrenciyi götürüyor. Burası Almanya’da bir köy... Bir ay kaldığı o köy çiftliğinde çiftlik sahibinin kendisini yeme içmeye götürdüğünü, gittiği iki gecenin ise kendisini çok etkilediğini söylemişti. Gittiği ilk gecenin bir dil gecesi olduğunu, kurulan farklı masalarda İngilizce, Almanca, Çekçe, Rusça gibi diller konuşulduğunu, çevre köylerden gelen insanların o dillerle sohbet ettiklerini anlatmıştı. Bir köy burası... İkinci gece de ise Schiller gecesi yapıldığını; yabancıların da yaşadığı köyde İngilizce ve Almanca yazılmış kitapların köylülerle birlikte, kaldığı evde okunduğunu söylemişti. Yani bu anlayışla bizim şu an vardığımız anlayış arasında büyük bir fark var. Bir medeniyet farkı olmuş durumda. Demek ki, bu küçük olmakla bağlantılı bir şey değil. Bir köyde bunlar yapılıyorsa şehrin küçüklüğünden şikâyet etmemeliyiz” dedi.

Prof. Dr. Mustafa Şeref Akın, “Erzincan’daki entelektüellerin tepkisi nedir dediğimizde; konuyu görüştüğüm bu şehirde hareketli ve önemli entelektüel oluşum sağlayan Birlik Vakfı’nın Erzincan’daki sorumlularından biri; toplantılara varlıklı kesimin iştirak etmediğini, ağırlıklı olarak bürokrat ve eğitim kökenli hemşehrilerimizin katılım sağladıklarını, varlıklı kesimin ilgisiz olduğunu, bu varlıklı kesimin şehir aidiyetinin olmadığını,  zenginleştikçe de varlıklarını İstanbul başta olmak üzere başka şehirlere aktardıklarını, sonunda da taşındıkların söylemişti. Yine başka bir çalışmada Erzincan’da amatör tiyatro yapan bir oyuncu tiyatro konusundaki ilgisizliği, bedava yapılsa profesyonel değilsiniz, paralı yapılsa devlet tiyatrosu musunuz, neyin parası denildiğini; kamu ve özel sektör tarafından desteklenmediklerini, çalışmalarının sadece hobi olarak kaldığını vurgulamıştı. Yatırım alanlarına geldiğimizde ise varlıklı kişilerin kendi işleriyle uğraştıklarını; geleneksel yapıdan çıkıp modern yatırım modeline dönüşemediklerini görüyoruz. Yani küçük aile işletmeleri veya küçük işletmeler bağlamında hareket ediyorlar. Yatırım alanlarını altın, döviz ve özellikle de gayrimenkulün oluşturduğunu; sermayeyi tabana yaymada aracı olan menkul değerlere yatırım yapılmadığını, menkul değerli hisse senedi bağlamının soyut bir kavram olması, sadece bir şirketin hissedarı olunması, hiçbir şekilde onun sahibi olunmamasının yattığını gördük. Ama nihayetinde o da büyük bir varlık sonuçta. Farklı bir dünya… Az önce anlattığım aydınlanma çağı, burjuvazi ve sanayinin ortaya çıkardığı bir husus vardı: İngiliz sanayi devrimi öncesi insanlar, mühendisler toplanıyor, bağımsız merkez bankaları kuruyorlar. 1789 öncesinden bahsediyorum. Sanayi devrimi öncesinde bu hareketlilik var ve bu tip kurumlar oluşuyor. Ticaret odaları kuruluyor. Ondan sonra hisse senetleri, borsa ilk defa geliştiriliyor. Şimdi bunların hiçbiri tesadüf değil. Sonunda bir sanayi devrimi ortaya çıkıyor. Yani sanayi devrimi öncesindeki çok ciddi bir hareketlilik var. Buda sonuç itibariyle sanayi devrimini doğuruyor. Şimdi burada bu süreçler gelişmeyince o menkulleşme hikâyesi de gelmiyor. Menkulleşme gelmeyince işte markalaşma, kurumsallaşma, profesyonel yönetim, sermaye güçlenmesi, uluslararası alanlara yatırım yapma gibi konulara da bir türlü geçemiyoruz” dedi.

Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Şeref Akın, varlıklı insanlara dair yaptıkları araştırma neticesinde, şehrin gelişimine yönelik aktif bir sosyal hayatlarının olmadığını, çay sohbetlerini veya evlerinde dinlenmeyi tercih ettiklerini, eğitim düzeyi üniversite olanların daha sosyal bir hayat sürdürdüklerini, kendilerine daha kaliteli zaman ayırdıklarını, kısmen sporla ilgilendiklerini söyledi. Bazı dernekler tarafından entelektüel ve sanatsal organizasyonlar yapılsa da şehrin tiyatro vb. faaliyetler için salonları ve düzenli şekilde bir şekilde gösteri yapan oyunlarının olmadığını, üniversitenin düzenlediği sergiden konferansa kadar faaliyetlere katılımın sadece üniversite içindeki paydaşlarla gerçekleştiğini, sanat galerisinin ve müzesinin bulunmaması nedeniyle geçimini sanatla sağlayan bir topluluğun oluşmadığını, bunun da varlıklı kesimin ilgi alanlarının kritik önemini gösterdiğini vurgulayan Prof. Dr. Akın, “Şehirde mimari ve estetik algının gelişmesi sınırlı kalmıştır. Ekonomik olarak geleneksel yapılar (aile ve küçük işletmeler) egemen olmuştur. Yatırımlarını kurumsal anonim şirketlere yapmak yerine altın, döviz ve gayrimenkul varlıklarında değerlendirilmektedir” dedi.

“Varlıklı Sınıfın Şehrin Kalkınmasına Katkısı: Erzincan Örneği” başlıklı çalışmamızda yapmaya çalıştığımız varlıklı sınıfı suçlamak değil, onların herkeste olmayan bir fırsatlarının ve imkânlarının olduğunu hatırlatmaktır. Yani bugün ekmeğini düşünen, bugün simit satmayı düşünen, bugün çocuğuna ne yemek pişireceğini düşünen bir ailenin oturup hadi bakalım biraz Gothe okuyalım, Ebusuud Efendi’yi okuyalım filan deme lüksü yok. Ama senin böyle bir lüksün, böyle bir imkânın var. Bu imkânı yakaladığında, kendini bu yönde geliştirdiğinde, bu çalışmalarını sosyal ortamlara taşıdığında, seni bu yönde geliştiren kişilerle beraber olduğunda, o sinerjiyle birlikte büyük dönüşümler gerçekleşebiliyor anlayışına yönlendirmektir. İtalya’nın kentlerinin ortaya çıkması, Fransız devrimi gibi gelişmeler hep bu okuyan insanların düşüncelerini paylaşmaları, çalışmalarıyla şekillenmiştir. Sanat, tiyatro bununla ortaya çıkıyor, kütüphaneler, üniversiteler ve en sonunda menkul değerler gibi yapılar, büyük işletmeler, anonim şirketler, hukukun gelişmesi bunların hepsi birbirine paralel olarak gelişiyor. Erzincan’da bu dönüşümün sağlanabilmesi için; estetik bir mimariye, büyük işletmelere sahip olmak, Erzincan tulumundan tutun da başka ürünlere kadar bir markayı geliştirmek istiyorsak, bu ancak okuyan, bilinçlenen insanların toplanmasıyla, örgütlenmesiyle olabilecek bir iş. Bu bağlamda Birlik Vakfı’na atıfta bulunmamın sebebi çok önemli bir görev icra ediyor olmasıdır. Yaptığı çalışmanın önemini kelimelerle ifade edemem” dedi.

Editör: Doğu Gazetesi