“Hindistan’da filleri yetiştirmek amacıyla küçükken kalın zincirle bir kazığa bağlarlar. Tabi yavru filin bu kazığı sökmesi ya da zinciri kırması mümkün değildir. Küçük fil, önceleri bu zincirden kurtulmak için var gücüyle mücadele eder durur. Ne var ki sonuç bir türlü değişmediğinden özgürlüğüne kavuşamaz. Yıllar geçer, fil büyür. Bağlı olduğu kazığın onlarca katına gücü yetebilir artık. Ama fil, asla böyle bir teşebbüste bulunmaz. Çünkü o, zaman özgürlüğüne kavuşamayacağına inanmıştır. Artık kırılmayan tek şey filin zinciri değil, özgür olamayacağına dair kanaatidir.”

Psikolojide “öğrenilmiş çaresizlik” denilen olguyu, günlük hayatta pek çok konuda yaşamıyor muyuz?

Eğitimden tutun dini anlayışlara kadar birçok alanda ezberlerimiz elimizi kolumuzu bağlamıyor mu?

En basitinden, ‘biz büyüklerden böyle duyduk, böyle gördük…’diye başlayıp devam eden sorgusuzca kabullendiğimiz değer yargıları!

“Benim kapasitem bu…etim belli butum belli…” söylemine sığınarak yenilgiyi baştan kabul eden anlayışlar!

“Biz böyle bir milletiz işte…bu saatten sonra bizden ne köy olur ne kasaba…” ifadeleriyle aşağılık kompleksine kapılıp daha baştan teslim olma.

“Ben başka yol, mezhep, meşrep tanımam. Bu yola gelen kazanır, gelmeyen sonunu hazırlar.” şeklinde tasarlanan tek tipçi inanışlar ve yorumlar.

Liste uzayıp gider ama uzatmadan söylemeliyim ki bunların hepsi zihinlerde kırılamayan o kalın zincirlerin eserinden başka bir şey değildir.

Oysa ki kafasındaki o kalın zincirlerden, ayağındaki o hantal prangalardan kurtulan hür iradeye sahip bireyler, başka fikirlerden asla korkmazlar.

Neticede akıl, Allah’ın insanlara doğuştan armağan ettiği en büyük nimettir. Bir büyüğümüzün ifadesiyle; “Peygamber, insanın dışındaki akıl; akıl insanın içindeki peygamberdir.”

O yüzden dinde sorumlu olmanın şartı, akıllı ve o aklı kullanacak rüşt sahibi olmaktır.

‘Aklı olmayandan kalem kaldırılmıştır’ derler. Peki, aklı olup da aklını kiraya veren veya peynir ekmekle yiyenlere ne demeli acaba?

Aklını kullanmayıp ipotek altına aldıranların akıbetinin nelere mal olduğunu 15 Temmuz sabahı maalesef üzülerek gördük.

Buralardan ders çıkarmazsak şayet, korkarım benzer tehlikeler kapımızı çalmaya namzettir.

O yüzden Yüce Kitabımız Kur’an sık sık; “aklınızı kullanmaz mısınız?”, “hiç düşünmez misiniz?”, “tefekkür etmez misiniz?”, “ibret almaz mısınız?” diye hatırlatmalarda bulunur.

Daha ilginç olanı Yunus Suresi 100. Ayette geçen; “…O (Allah) aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm eder!” gerçeğidir.

Daha küçük yaşta çocuklara hiçbir sorumluluk duygusu kazandırılmadan gelinen noktada, “nasıl olsa benim yerime düşünen ve yapan annem, babam var” mantığını yerleştiriyoruz.

Sorumluluk sahibi olmadan hazırcı ve ezberci yetişen gençler ilerde, “benim yerime düşünen abilerim var”, “beni koruyup kollayan cemaatim var” kolaycılığına rahatça teslim olabiliyor.

Buradan tabi ki cemaatlerin ve cemiyetlerin yok sayılması ve genelleştirilmesi anlaşılmamalı ancak aklıselim de elden bırakılmamalıdır.

Unutmayalım Batı, benzer sorunları 18. Yüzyılda Kant’ın başını çektiği filozofların “Aklını kullanma cesareti göster” çıkışıyla aşmaya başladı ve akıl tutulması yaşayan kilise hegemonyasını kırdı.

Peki ya biz? Bu manifestodan tam 12 asır önce bize öğütlenen ve Akif’in ifadesiyle, ilhamı doğrudanKur’an’dan alıp asrın idrakine ne zaman söyleteceğiz İslam’ı?

11.03.2021

İHSAN ÜNLÜ

İ[email protected]