“Fıtratın ve İnsanlık Düşmanlarının Baş Edemediği…”

Merhamet kuraklığının ülke ve dünya coğrafyalarını sardığı zaman dilimlerinden geçiyoruz…

Hem fıtrata, hem insana düşmanlık besleyen ve hesap içre hesap kuranlar ortalıkta cirit atıyor…

Önce insanı, hümanist yorumlarla ilahlık zaviyesine oturtan bu gürûh, şimdilerde yapay zekâyı, cinsiyet eşitliğini gündemin merkezine oturtarak alıştırma provaları yapıyor…

Neredeyse dünyanın, insanlık tarihinin sonunun geldiğini ilan edecek kadar haddini aşmış…

Nereden ve nasıl geldiği bile meçhul bir virüsün (korona) şokuyla, kendinden geçmiş bir halde şaşkın…

Öyle ki, Allâh’ımızın (C.C.) görünmeyen ordularından bir nefer olan (korona) kıtalar dolaşırken; egosuyla, benliğiyle, dikbaşlılığı ve hoyrat yaşantısıyla önünü dahi göremeyen nice tavan yapmış “ben”lik evine hapsolmuş çaresiz…

Bir virüs; algoritmalarının, akıllarının kudretini “Mutlak Kudret”in önüne koyan sapkın ve tapkınlar tâifesi olan gâfilleri nasıl da dize getirdi!..

Sanki bir buhrân anaforunda yaşıyoruz…

Kur’an’da anlatılan kıyâmet sahneleri gibi hâllerimiz var, ibret nazarıyla bakmasını biliyorsak eğer.

Maske+mesafe gibi tedbirlerle Abese Sûresindeki; “Kulakları sağır eden o ses geldiğinde, işte o gün kişi kardeşinden, kaçar. Annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından… O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.” (Abese, 80/33-37) mübârek beyânlarına nispet, daha kulakları sağır eden o ses gelmeden anne evlâdından, baba kardeşinden, arkadaş arkadaşından… kaçıyor!..

Nedir ki acaba bu herc-ü mercin sebebi?

Bir damla kan mı, bir damla petrol mü?

Bir kör kurşuna fedâ edilen can mı, birkaç dolara satılan bedenler mi?

Gelişmiş laboratuvarlarda insan kopyalamak hangi fahşâ zihniyetin cür’eti?

Hakikat şu ki; küresel zalim ve zorbalar, câni ve kâtiller gözleriyle bile göremedikleri bir virüse yenildiler…

“Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne murat eder? derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır (çünkü bunlar birer imtihandır).” (Bakârâ, 2/26)

Allâh’ın âyetlerinden bir âyet olan virüsü bize gönderen (kimine göre, musallat eden) Kudret-i Mutlak’a sığınmaktan başka çâremiz yoktur.

Gönderen Rabbimiz ise, şifâsını verecek olan da O’dur. Zira; “Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur.” (Şuârâ, 26/80) buyurur vahy-i ilâhîsinde…

Artık, kulluk kusurlarımızı, yanlışlarımızı tashîh etmemiz gerekiyor…

Firavun gibi, Nemrut gibi meydan okumak bize boğulmaktan ve bir sineğe mağlup olmaktan öte bir şey kazandırmıyor…

Biliyoruz ki, biz O’nu unutunca, O’da bizi bize unutturuyor, ardından azap/gazap/cezâ geliyor…

“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fâsık kimselerin ta kendileridir.” (Haşr, 59/19)

“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. O: Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben, hakikaten görür idim!,. der. (Allah) buyurur ki: İşte böyle. Çünkü sana âyetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun! Doğru yoldan sapanı ve Rabbinin âyetlerine inanmayanı işte böyle cezalandırırız. Ahiret azabı, elbette daha şiddetli ve daha süreklidir.” (Tâ Hâ, 20/124-127)

Fıtratın ve insanlığın düşmanlarına yeniden “Allâh’ın yarattığını bozmayın” demek gerekiyor…

Herkes bilir ki, dîne (İslâm’a) karşı olmak, karşı çıkmak küfürdür. Ancak fıtrata, insanlığa Allâh’ın fıtratta yazdığına, O’nun insana biçtiği role karşı çıkmak ve değiştirmeye kalkışmak, küfrün ötesinde bir başkaldırı, Allâh’ı doğrudan hasım ilân etme anlamını taşır.

Fâtih Sultân Mehmed’e atfen söylenir ki; hak arayan varsa hakkını verin, başkaldıran da varsa başını ezin!” demiştir.

Şeytân Huzûr’dan kovulunca, başkaldırının ilk adımında;

“Andolsun, onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler (dedi). Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.” (Nisâ, 4/119) demişti inatla ve isyânla…

Görünen o ki; şeytânın şu âyette anlatılan yeminini şiâr edinmiş olmalı ki bugün ki azgın zevât; tağyir, tebdil, tecdit, tahrif gibi fiilleri acımasızca uygulamaya, Yaratıcının fıtrat kanunlarına karşı çıkmaya ve insanlığın başına belâ olmaya devam ediyor..!


Şeref İŞLEYEN

24 Haziran 2020 Çarşamba