Kütüphaneler, hiç şüphesiz, şehirleri oluşturan ana unsurlarındandır. Kütüphanelerin baş konuğu olan kitaplarsa insanlığın, kültürün, inancın ve şehirlerin karanlıkta kalan yüzlerini ortaya çıkaran kâşiflerdir. Tarihi milattan önceye dayanan kütüphanelerin çok uzun soluklu konukları olan kitaplar hayatın, bilginin ve birikimin temelidir. Medeniyetlerin geçmişle gelecek arasında kurduğu kültürel köprünün temelleri kitaplar ve kütüphaneler aracılığıyla sağlamlaştırılmıştır.

Bilgi ve onu bugüne taşıyan kitaplar, insanlığın nesiller boyu her alandaki bilgi, beceri ve birikimlerini aktararak gelecek kuşağı bir üst medeniyete ulaştıran teknolojilerin gelişimini de hızlandırdı. Tarihte pek çok örneği olmasına karşın herkesin çok daha iyi bildiği Bağdat kütüphanelerinin içler acıtan sonu insanlığı önemli ölçüde geriletti. Zira kültür ve medeniyetle kütüphanelerin ve kitapların arasında organik bir bağın olduğu bilinmektedir.

                Toplumun kültürel kodları ile oynanması, DNA’nın bozulmasına yönelik hareketler karşıt davranışların alevlenme sürecini hızlandırmıştır. Bu ise fiiliyata geçerek kitapların dergilerin, yazılı kaynakların ortadan kaldırılmasına sebep olmuştur.  Dünyaca ünlü pek çok kütüphane yakılarak ve kitapları imha edilerek ortadan kaldırılmıştır: Hülagü istilası sırasında yakılan Bağdat Kütüphanesi, Paganlar ve Hristiyanlar arasındaki anlaşmazlık sebebiyle yakılan İskenderiye Kütüphanesi, yok olmuştur. Aynı şekilde Asurların Ninova Kütüphanesi’nde bulunan yedi yüz bin kitap Romalılar tarafından yok edilmiştir. İslam ahlakına göre okumak son derece önemli bir bilgi edinme aracıdır. Kur’an-ı Kerim’in ilk emrinin ‘Oku’ olması da bu ahlaka işaret eden en önemli kanıttır. Bu doğrultuda Endülüs’te Müslümanlar kurdukları kütüphanelerde, mescitlerde ve medreselerde kitaplarını muhafaza etmiş, Batı medeniyetine ait çok sayıda kitabı tercüme yoluyla kazanmışlardır. İspanyollar ise çok sayıda kitabı şehir meydanlarında yakarak bir medeniyetin kültür varlığını yok etmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra yapılan harf inkılabında benzer olaylar yaşanmıştır.  Hemen her evde, her köy odasında bulunan kitaplar harf inkılabı sebebiyle okunabilir olmaktan çıktığı gibi anlaşılamayan bir nesne olarak kitaplıklardan indirilmiş, bu nesneler gerek devlet eliyle gerekse vatandaşların kendi eli ile bir medeniyetin tarihinin, eserlerinin ve kültürünün yok olmasına sebep olmuştur.

                Kemal Tahir’in dediği gibi “Binlerce okuma yazma bilen insan, okumaz yazmaz duruma getirilmiştir” Latin alfabesinin kabulü ile yeni bir dil, yeni bir kültür, yeni bir millet anlayışının dayatıldığı kitaplarla yeni bir nesil yetiştirilmeye çalışılmıştır. Tek partili dönemden çok partili hayata geçilmesi sürecinde ise geçmişin hataları sorgulanmaya başlanmış olsa da bunun da neticeleri vahim olmuştur.

                Demokrat Parti iktidarının göreve gelmesinin ardından Erzincan Kütüphanesinde bulunan çok sayıda kitap, tek partili dönemin dayatması ile yazıldığı gerekçesi ile kamyonlarla taşınarak Fırat nehrinin kollarından biri olan Karasu nehrine dökülmüştür.  O dönemlerde görevli personellerden olan, Arif Sağır Karasu nehrine dökülen kitapların tam on iki askerî cemse olduğunu ifade etmiştir.  Sağır, nehre dökülen kitaplar arasında İslam etkisinde gelişen Türk edebiyatının en eski eserlerinden olan  “Atabet’ül Hakayık” ın da bulunduğunu ifade etmiştir. Sağır’ın gördüğü bu paha biçilemez eserin dışında kaç tarihi eserin daha sulara bırakıldığını elimizde tek bir varaka dahi olmadığı için bilmemiz mümkün değildir. Oysa o kitapların muhafaza edilebilmesi için Metin Erksan “Meçhul Kütüphaneci” nin hayatını adağını ifade etmektedir:

 1939 yılı Aralık ayının 26’sını 27 sine bağlayan gece Erzincan’da şiddetli bir sarsıntı olmuştu. Tarihe 39 Depremi olarak geçecek olan bu depremde kırk bine yakın insan hayatını kaybetmişti. Hayatını kaybedenler arasında Erzincan Kütüphanesi memurunun eşi, annesi, babası ve çocukları da vardı. Ailesinin cenazesini defnetmeden kütüphaneye koşan kütüphane memuru oradaki çok sayıda kitabı enkazın altından çıkararak sandıklamaya başlar. Kütüphane enkazına her gittiğinde kitapları bir bir kurtarmaktan bir an vazgeçmez. Çıkardığı kitapları güvenli bulduğu yerlere taşıyarak muhafaza eder. Yine kütüphanenin enkazına gittiği bir gün artçı bir sarsıntının meydana gelince Meçhul Kütüphaneci çok sevdiği, kıymet verdiği kitaplarla birlikte kütüphanenin enkazında kalarak hayatını verir.

                Bir yanda kitapları için hayatını veren kütüphaneciler, kitap kurtları, bilim adamları, diğer tarafta kültürel kodları bozmaya çalışanlar… Kültür canlı bir varlıktır. İnsanlık yaşadıkça yaşamaya devam edecektir. İnsan, vücuduna giren virüsle mücadeleyi öğrenip ve onu alt etmeyi başarıyorsa, kültür de yapacaktır. GDO’lu kültür gerçeği karşında yok olmaya mahkûmdur. O halde GDO’lu bu kültürle nasıl baş edeceğiz?  Elbette ata tohumlarımızla, yani hoşgörü kültürüyle…

                Kültürün temel taşı olan kütüphaneler ve kitaplar, bir şehirdeki medeniyetin seviyesini göstermektedir. Şehirlerdeki kitabevi, kütüphane ve okuyucu sayısı ne kadar “medeni” olduğumuzu anlatır aslında.   Ve eğer bir şehrin kütüphaneleri, kitabevleri sahafları ilgi görmüyorsa, o şehrin ruhuna birer Fatiha okuyabilirsiniz...

                KAYNAKÇA

Sağır, A. 30 Aralık 2015 Röportaj

Ihlamur Dergisi 111. Sayı, Yazar Halil İbrahim Özdemir