Bir ilkyaz günüydü, ekinoks zamanı yani gündönümü vakti. Kirli sakallarından dağlara, taşlara tebessüm fışkıran bir derviş kılıklı insanın ardına düşmüştüm. O; “Yukarı Ülkenin Kadim Cenneti” diye adlandırmıştı bu toprakları. Kadim zamanlarda “Hayaşa Bölgesi” yeni zamanlarda ise Erzincan’dı bu yurdun, vatan toprağının adı. Tabiî ki Hayaşa denilince, Erzincan denilince akıllara ilk düşen isim Sevgili Tahir Erdoğan Şahin’den başkası olamazdı.

Zira onun bu sevdasını Şair Bahaettin Karakoç çok önceleri fark etmiş ve “Bir Çift Beyaz Kartal” adlı şiirinin dizelerinde yer vermeden geçememişti.

“Hangi yayla yüce, nerde kavga yok
Gel seninle orda olalım çocuk;
İster Maraş olsun, ister Erzincan,
Sonsuzluk düşüne set değil mekân…”

Yine öyle çağıl çağıl akan bir sevgi düşüne kapılıp takılıp gitmiştim derviş kılıklı adamın peşine. Onun gözü her daim zirveleri kolluyor, Munzur kartallarının vadi üzerindeki süzülüşlerini seyre dalıp gidiyordu. Elime tutuşturduğu fotoğraf makinesi ile de işaret ettiği her şeyin resmini çekme görevini bana vermişti. “Şu taşın, şu kuşun, şu vadinin resmini çek!” sözleri onun dudaklarından sık sık dökülen emri vaki cümlelerdi.

Bir süre sabrediyor ve her işaret ettiği taşın resmini çekiyordum. Bir yandan da çektiğim resimlere bir anlam verme derdindeydim. Bir ara duraksıyor, dudağımdan dökülen istemsiz cümlelerle; “Ya Tahir Abi, sorması ayıp da şu taşların resmini neden çekiyorum!” diye sitemde bulunuyordum. Cevap yine manidar ve bir derviş edasındaydı. “ O taş diye küçümsediğin, senden belki binlerce yaş büyüktür. Büyüklere saygılı olmak lazım… O bu vakte kadar nice kartallara yuva olmuş, nice olaylara şahit olmuş, belki de nice kahramanlara siper olmuş koca yürekli bir taştır. Her taşın bir yüreği vardır, unutma!” diyor ve yürüyordu.

O dakikadan itibaren karşımda sessiz bir dünya resmi çiziliyor, sessiz bir dünyadan akıp giden nice sevdaların uğultuları kulaklarımda çınlamaya başlıyordu. Sevgili Tahir Hocamın yıllar önce kaleme aldığı “Üçler vadisi” seri öyküleri gözümün önünde canlanır olmuştu. Bir kayadan diğerine süzülen Munzur Kartalı Gökçekanat geçmişti gözlerimin önünden.

Yine o dakikadan sonra bir kayanın dibinde çoktan solup gitmiş bir kardelen çiçeği hayal etmiş ve sessiz dünyaların sevdasını “Kardelene Mektuplar” olarak yüreğimden süzülüp gelen cümlelerle yazmaya başlamıştım. Zaman hızla ilerlemiş ve bu mektuplar bir kitap olmuştu. Ve arka kapağına yine yüreğimden dökülen cümlelerle yazdığım bir seslenişle neşredilen bu kitabı Kahramanmaraş’ta düzenlenen “Dolunay Şiir Gecesi”nde ilk kez Ak Saçlı Kartal Bahaettin Karakoç’a takdim etmiştim. Ardından ise Sevgili Hocam Tahir Erdoğan Şahin’e, yüreğimden süzülen şu nidalarla…

"Halikarnas Balıkçısı'nın deyimiyle,
Be hey koca yurt!
Doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine hüzünlü bulutlarla ıslanmış sevda yurdu, aşk vatanı…
Sende doğmak; ve senin acılarına tebessüm edebilmek ne hoş bir duygu.

İşte bu yüzden, sana sevdalıyım. Dağlarında bir nefes ömrü açıp ve solan kardelenlere aşığım.
Hani bazen insan, karabulutlar gibi dolar lakin rüzgar da esse, kasırgalar da kopsa yağamaz. Kimi zaman ise sabahın umut ışıkları ile taze bir yaprağa düşen çiy damlasından bile nem kapıp kelebekler kadar narin olur ve döke bildiğince döker ya, işte bende öyleyim senin için…

Taşlarına, kuşlarına ve bazen de şairin dediği gibi
-her bahar yularını kırarcasına coşan sularına- sevdalıyım.
Aksakallı Kartal Bahaettin Karakoç'tan ilham aldım. Taşlara, Munzur Kartallarına sevdalı Tahir Erdoğan Şahin'den cesaret aldım ve sana aşk mektupları yazdım, ne olur kabul et!.."