İnsani ilişkilerde en fazla su-i istimal edilen konu mesafedir. Mesafe ilişkilerin sağlam temeller üzerine kurulmasında en büyük etken...
    Mesafeli olmalıyız derken ilişkilerin arasına dağ gibi büyük mesafeler koymak, diğeri ise mesafeyi ortadan kaldıralım demek, sonradan olabileceklerin de ön habercileridir.
    Mesafenin ölçüsü bir yönüyle muhatabın kimliğine, kişiliğine ve onunla olan akrabalık derecesine göre değişir. Özellikle mesafe eşler arasında en yanlış uygulanan ve aileleri mutsuz eden, çıkmaza sürükleyen bir alandır.
    Eşler vardır, mesafe koyacağım diyerek eşiyle arasına koca bir duvar örer. Yığınla işler arasında çırpınır durur, hiçbir şeyden evdekinin haberi olmaz, istişareye kapalıdır. Başına bir iş gelse kime borcu, kimden alacağı var? Ne eşinin ne evlatlarının haberi yoktur.
    Mesafeyi doğru ve uygun biçimde ayarlamak ilk başta ailelerde prensip haline getirilmeli ki, evlatlardan teşekkül edecek ailelerinde geleceği sağlam temeller üzerine kurulsun. Burada en önemli ilke, insanın karşındakine değer vermesi ve onun fikirlerinden istifade etmesi olmalıdır. Gayet tabiî ki değer veren değer görür, dinleyen dinlenir.
    Özellikle anne-baba çocuk ilişkilerinde, çocuk konuşurken onun gözlerine bakmak, onu dikkatle dinlemek çocuğun kendisine olan özgüvenini, ifade gücünü fazlalaştıracağı gibi toplum içindeki ilişkilerinin de sağlıklı yürümesine en büyük katkıyı sağlayacaktır.
    Baba çocuğuna bir şeyler söyler, çocuk anlamaz ve sorar: Baba anlamadım, tekrar anlatır mısın dediğinde, kişiliği oturmamış bir baba: zaten senden ne beklenir ki, aklın havalarda gibi kınayıcı sözler sarf eder, böyle bir yaklaşım tarzı elbette ki, baba-evlat, anne-evlat ilişkilerinin sağlıklı yürümesine en büyük darbedir. Böylesine azar işiten bir evladın babasının veya annesinin sözünü doğru anlamak için bir uğraş vermesini de engelleyecektir. Hâlbuki, ne kınanacağını, ne de tenkit edileceğini hiç düşünmeyen evlat doğruları ve eğrileri öğrenmede anneden babadan faydalanma yönünde istikamet üzerinde olacaktır. Onun için yanına gelip titreyen bir bedeviye Peygamberimiz (as) “Korkma ben de senin gibi kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum “demişti de, bu söz muhatap da müthiş bir rahatlama sağlamış, meramını doğru biçimde anlatmasını sağlamıştır.
    Ailevi ilişkilerin hukuku, hak ve sorumlulukları bilinmeden,  saygı ve şefkat üzerine oluşturulmayan evlilikler maalesef yalnızlaşan evlatları, yalnızlaştığı ölçüde hırçınlaşan ve saldırganlaşan bireyleri karşımıza çıkarmaktadır. Ailevi sorunların temeli bu esasların ihmal edilmesinden kaynaklanıyor. Hele hele gelenek, örf ve adetlerin hakim olduğu, tabuların bir türlü yıkılamadığı aileler ele güne mahcup olmama psikozu altında çocuklarının hukukunu kurban ederek başkalarının yanında çocuğunu kucağına almama, öpmeme, yolda giderken eşinin koluna girmesine müsaade etmeme gibi akla ziyan hastalıklardan kurtulunduğu gün ailelerinin,dolayısı ile milletin ve Ülkemizin üzerine mutluluk güneşi doğacaktır.
    Zira kişinin niyeti neyse eline geçecekte odur. Niyet yoksa, hac seyahat, namaz spor, oruç perhiz, hicret turistik geziye dönüşür. İslami prensipler hayatın merkezine alınır ne zaman ki niyetler ona göre fiiliyata geçerse, niyetin amelle birleşmesi neticeye ulaştırır. En basit beşeri münasebetlerde dahi niyet, o ilişkiyi ibadete çevirebilir.Eğer eşler arasındaki ilişki saygı, sevgi, muhabbet, fedakarlık düzleminde kurulması ve yaşatılması gerekli bir ilişki iken, ilişkiyi çıkmaza sürükleyecek davranışlardan kaçınılmıyorsa, hanımın amacı sıcak bir yuva kurmak, fedakarca yuvayı korumak iken, kocanın amacı ev işlerini görecek, çamaşırlarını yıkayacak, çocuklara bakacak bir hizmetçi gibi görmek ise, o hem o yuva adına hem de millet adına büyük bir talihsizliktir.
    Ya da tersi kocanın amacı sıcak bir yuva, evine döndüğünde başını eşinin omzuna koyup sıkıntılarını paylaşıp rahatladığı bir eş beklentisi ise, ancak hanımın amacı şatafat, özenti, daha iyi bir ev, araba, başkaları ile yarış ise, işte bu yuvanın çatırdaması da kaçınılmazdır. Onun için amaç ve gaye birliği olmayan evlilikler hem evlatlara hem de millete yüktür.
    Usul ve üslubun korunduğu ve esas alındığı yuvalar cennet bahçesi gibidir. Herkesin birbirini anlamasının ve dinlemesinin yolu kalpten kalbe köprü kurmaktır. Bazen dilin söylemediği nice sözler vardır ki, o nice sözleri gözbebekleri söyler, kelimelerin ifade edemediği şeyleri el söyler, yürek söyler, beden söyler.
    İnsani ilişkilerin en büyük öğretmeni Efendimiz (as) sözden önce, bedenin organların iletişimini dile getirmiş kişinin hanımının elini tutmasına meleklerin alkış tutarak eşlik ettiğini haber vermiştir. 
    Çocuklara sevginin iletilmesinin en büyük yolunun, babanın dudaklarındaki sıcaklığın evladının yanağıyla temasında olduğu şuurunda olmayan babalar ne büyük talihsizlerdir. Çocuğun anlayacağı ve sevinip kendine geleceği en büyük silah onun yanağına kondurulmuş samimi bir öpücüktür.
    Baba, eşine, evladına, eş kocasına, evladına diliyle değil yüreğiyle hitap etmeli. Unutulmamalı ki, sözün çıkış yeri neresi ise varış yeri de orasıdır. Dilden çıkan söz muhatabın kulak kepçesinden ötesine ulaşamazken, kalpten çıkan söz muhatabın kalbine misafir olur.