Oruç, dilimize Farsçadan geçmiş olup Kur’an’ın tabiriyle savm/sıyam yani tutmak, korunmak anlamlarına gelir.

Bu kavram bize orucun günahlara karşı bir kalkan olduğunu anlatır.

Sonuçta her birimiz günah işlemeye müsait bir nefs taşıyoruz. Bu nefsi frenlemezsek, sonrasında çok ağır faturalarını ödeyeceğimiz sonuçlar doğurabilir.

İşte oruç, bu ağır faturalarla karşılaşmayacağımız, koruyucu önlem amaçlı dinamiklerden en önemlisidir.

Bedenin hastalanması gibi ruhlar da hastalanabilir. Nasıl ki beden büsbütün yatağa düşmeden gerekli önlem ve takviyeleri alıyorsak; ruhun nefse yenik düşerek silik bir şahsiyet olmasını önlemek için de tedbirlere ve gayretlere ihtiyaç vardır.

Kur’an’da,” Ey iman edenler! Sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız.” buyrulmaktadır. (Bakara-183) Bu demektir ki oruç semavi dinlerde öteden beri var olan kadim bir ibadettir.

Sufilerin ifadesiyle oruç velilerin makamı, nebilerin taamıdır.

Oruç doymak içindir. Yani beden aç kalırken ruhun kemâlâtı/doygunluğu için bir perhizdir.

Oruç tutmak bu aya özgü farzdır, ancak diğer aylarda tutulmayacak diye bir kaide yoktur.

Orucu kimi şahıslarla bazı günlere hasreden (Ramazan-Muharrem) kategorik ayrışmalardan uzak, sağlık elverdiği ölçüde tutmak gerekir.

Neticede oruçtan hasıl olacak sağlık, mutluluk, dayanışma ve ödül biz aciz kullar içindir. Bunu emreden Allah’ın bizim açlığımıza ve susuzluğumuza ihtiyacı yoktur.

Bu fazilet –tamamen- özenle en şerefli mahluk olarak yarattığı biz insanlar içindir. Bu manada Rabbimizin biz kullarına bu sorumluluğu yükleyerek aslında bizi muhatap alması çok büyük bir lütuftur.

Bu sorumluluğun idrakinde olan asil kullar, sadece midelerine oruç tutturmaz; eli, dili, beli vb. bütün azalarıyla oruç tutarlar.

Onlar oruçlarını tutarken, oruç da onları tutar aslında. Her türlü kirden, sefillikten, boş şeylerden uzak tutar insanı. Eğer tutmuyorsa, kişinin niyetinde ve davranışlarında sıkıntı var demektir.

Rahmeti sınırsız olan Allah Teala elbette kulunun sıkıntıya düşmesini istemez. O, Rab ismi celiliyle zaman zaman kullarını terbiye etmek ister.

Küçük egzersiz ve alıştırmalarla kullarının sabır ve metanetini artırır; ilerde karşılaşacakları daha büyük güçlüklere karşı direnme gücü kapasitesini yükseltir.

İftar sevinci gibi küçük ödüllerle onları ödüllendirir; büyük ödül olan cennete iştiyaklarını artırır.

O yüzden, büyükler “ömrü Ramazan olanların ahireti bayram olur” demiştir.

Yine irfan sahibi kullar, orucu bir zorunluluktan öte “O’na yaklaşmaya vesile” olan bir sadık dost olarak görmüşlerdir. (Maide-35)

Oruç dışındaki ibadetlerin sevabı az-çok bellidir. Ancak oruç ibadetine karşılık gelen sevabın limitinde sınır yoktur. Rivayetlere göre, onun takdirini ancak Gani olan Cenab-ı Hak yapacaktır.

Tabi bu takdir elbette şeksiz, şüphesiz, riyasız, şekilsiz, gösterişten uzak özümseyerek tutulan bir oruç için olsa gerektir.

Oruçlu, kimseyi incitmeyen, kalbini kırmayan pasif bir duruşun yanında, herkese faydası dokunan, kendisiyle ve toplumla barışık proaktif bir yaşamı tercih eden kişi demektir.

Yine oruçlu, kimsenin kınamasından korkmadan Allah rızası için kendi hür vicdanıyla ibadetini yerine getirendir. Şayet kendisine takılanlar olursa da onlara, “ben oruçluyum” diyerek yoluna devam edendir.

Fırsat elde iken yaşayanlara ve taşıyanlara ne mutlu!

Tüm okurlarıma hayırlı ramazanlar diliyorum.