Gerek başkanın ve gerekse meclisin ayrı ayrı seçimlerde doğrudan halk tarafından seçilmesi, halkın yasama ve yürütme tercihleri konusunda daha fazla tercihte bulunabilmesini sağladığı için, başkanlık sistemi parlamenter sistemden çok daha demokratik bir niteliğe haiz görülmektedir. Ancak, demokrasi hiçbir sistemde kendinden menkul bir zuhurat değil, öngörülen sistemi tazammum ettirilecek hukuki/yasal çerçevelerle var edilebilir bir olgudur.

Parlamenter sistemde yürütme iki başlıdır; yürütme erki hem cumhurbaşkanı hem de başbakan arasında paylaşılmaktadır. Muhalefetteki ya da iktidardaki partiler ile başkan arasında salt uyum çabaları irrasyonel bir beklentidir. Nitekim, çift başlılık ve partizanlığın ağır bastığı parlamenter sistem bunu sağlamaktan acizdir. Bazı cumhurbaşkanlarının tarafsız olduğu iddiası, onların pasif ve yetkilerini kullanmaktan aciz olduğunun itirafı anlamına gelmektedir.

Yürütme yetkisinin başkana bağlı olduğu güçlü bir hükûmet güçlü bir devlet demektir. Parlamentonun blok halinde muhalefet edebilmesi de güçlü ve yapıcı bir karşı duruş anlamını ifade eder. Bu nokta, Türk tarihinde istikrarlı devletler kurulmuş olmasının ana gerekçeleriyle de buluşur. Nitekim, çağımız koşullarına uygun olarak kurulacak her hangi bir sistemin, o toplumun kendi tarihsel- kültürel yapısına uygunluğunun da önemine değinmiştik. Cumhuriyet döneminde farklı siyasal düşünceler ve sistemler teklif edilmiş ve bu mecrada bazı tartışmalar yapılmıştır. Başkanlık sisteminin olumlu olacağı yönünde önde gelen bazı bilim adamlarının ve bazı liderlerin sözlü ya da yazılı metinleri bulunmaktadır. Bunlardan en belirgin olanı Alparslan Türkeş’e aittir.

Parlamenter sistemin zaman zaman tıkanması ve siyasal çözüm üretmedeki zaafı, bu sistemin zaaflarını istismar eden darbecilerin demokrasi dışı müdahaleleri, bulunan çözümlerin yasalaşmasında görülen gecikme ve hantallık, daha 1960’lı yılların sonunda başkanlık sisteminin çok daha verimli olacağı yönündeki görüşlerin netleşmesini sağlamıştır. A. Türkeş’in bu konudaki net açıklamaları 1975’te yayınlanan “Temel Görüşler” adlı kitabında kısa fakat öz olarak yer almıştır (bak, A.Türkeş, Temel Görüşler, İstanbul 1975, s. 155). 1980’li yıllarda da aynı konu biraz daha detaylandırılarak ifşa edilmiştir (bak. A. Türkeş, 9 Işık, Ankara 1980, s.267-268). Bu metinlerde başkanlık sisteminin Türk tarihindeki devlet yapılanmalarına ve Türk devlet felsefesine uygunluğu belirtilerek, “güçlü, adil ve hızlı” bir icranın öneminin altı çizilmiştir.

Kitlesel olmaktan çok “fikir” merkezli olmayı yeğleyen partilerin tezleri, siyasal düşünce geleneğinin tekamülü açısından önemlidir. Liberal Parti, Diriliş Partisi gibi söylemleriyle dikkati çekip bunu oya tahvil edemeyen siyasi çıkışlar bu sürece dahildir. Parlamenter sistemin cari olduğu dönemde Türkeş’in lider olduğu MHP’nin başkanlık sistemi tezi de bunlar arasındadır. Ayrıca, 1980 darbesi öncesinde yaşanan sağ ve sol merkezli çatışmalarda MHP “Gönül Seferberliği” ilan etmekle de dikkati çekmektedir. Bu çıkış bir anlamda Bugünkü “Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi” veya “Çözüm Süreci” adlarıyla varılmak istenen barış merkezli hareketin o günkü şartlarda dile getirilen biçimiydi. Ancak, bugünkü MHP’nin gerek başkanlık sistemine gerekse çözüm süreçlerine uzak ve soğuk durması, öncelikle kendi siyasal geçmişi yönüyle değerlendirildiğinde düşündürücüdür.

CHP, içinde bulunduğu konumu, müzmin fakat anlamsız muhalefet niteliğiyle en çok tartışılan partilerden biridir. Mevcut genel başkanı, iç yapısında yaşanılan uyumsuzlukları, sert ve radikal eleştirilerde bulunarak partiden ayrılan köklü CHP’li kişilerin yerine sağcı ya da mason figürlerle iltifat- ittifak ilişkileri; vasat vaaz fetişizmiyle kolonlaştırılmış dinci bir çeteyle var olduğu söylenen yakın duruşu bir yana, bu parti öncelikle demode ilkeleriyle ve geçmişiyle yüzleşmek durumundadır. CHP’nin özeleştiride bulunması, siyasal arenada karşılığı olmayan boş sloganlardan kurtulması hemen her sosyal demokratın doğal beklentisidir. Yapılamadığı takdirde, bir tür arkaikleşme süreci riskiyle karşı karşıya olan yapılardan sistem adına sağlıklı düşünce ya da tezler beklemek pek de akılcı değildir.

Ak-Parti, bugünkü klasik parlamenter sistemin öngördüğü siyasal örgütlerden biridir. Başkanlık Sistemi’ni benimseyen bu partinin önde gelen yönetici ve yetkililerinin, yeni sistem içinde hangi argümanlarla yola devam edeceklerini, sistemdeki yapısal değişimin gerektirdiği yeni parti formatının muhasebesi, sadece bu partinin değil tüm siyasal çevrelerin temel sorunlarından biridir. Geçmişte A. Menderes ve T. Özal gibi karizmatik liderlerin sürüklediği siyasal rüzgâr, bu hareketlerin ruhuna uygun vasıflı kişileri siyasete taşıdığı kadar, sıradan zevatı da hak etmedikleri mevkilere getirmiş, sıradanlığın katılaştığı mecrada her iki parti geleceğe taşınamamıştır. Günümüzde Ak-Parti kamu oyunda henüz takdir kaybına uğramayan bir niteliğe sahip gözükmektedir. Ancak, bu tür oluşumlar birey olarak yasama olgusundan bihaber vasatların da menfaatine bir imkân alanıdır. 2023’e büyük projelerle girme mecrasına giren Ak-Parti ve diğer tüm partiler ülke geleceği adına niteliği esas alma becerisini gösterebilmesi beklenmektedir.

Umuyor ve inanıyoruz ki, önümüzdeki süreç başta nitelikli “insan”ı, masumiyetiyle var olan doğayı, ekolojik dengeleri ve kültürel mirasımızı koruyan anlayışların egemen olduğu yeni bir dönemin başlangıcı olur. Yeni bir dünyanın inşası sürecinde yeni bir Türkiye yalnızca bazı yapıların değil, hemen her bireyin temel amaçları arasında olabilmelidir.