TOPLUMSAL MUTABAKAT

Dostlarımızla, arkadaşlarımızla veya tesadüfen sohbet ettiğimiz, dinlediğimiz kişilerle, güncel konuları değerlendirir ve çözüm yolları üretiriz. İster kişisel konular da, ister toplumsal konularda olsun; bazen çok isabetli ve çok faydalı çözüm önerileri gündeme gelir. Bu kadar uygun çözüm yollarının olduğuna; bizler de şaşırır ve “ Bak, ben işin bu yönünü hiç düşünememiştim” diye kendi kendimize söyleniriz.

Bu doğruları, kişisel konularda uygulamaya koyabilir ve faydalanabiliriz. Ancak, toplumsal konularda sadece doğruları bilmekle kalırız. Çünkü, toplum için doğru ve faydalı olanı uygulamaya sokabilmemiz toplumsal mutabakatın sağlanmasına ve özelikle toplumu idare eden ve dolayısı ile söz sahibi olan  idarecilere bağlıdır.

Toplumların, doğruları uygulamaya sokabilmeleri ve yanlışlardan dönebilmeleri, o toplumun tüm kesimlerinin doğruyu iyi görmelerine, toplumun çıkarlarını ve menfaatlerini, kendi çıkarlarının önünde tutmalarına ve sağlıklı bir insanın duyu organları gibi, uyumlu çalışmalarına bağlıdır. Bir gram menfaatine ve rahatına zarar gelir korkusuyla; diğerlerinin ölmesine ve sürünmesine göz yuman, “En rahat yastık vicdandır” yerine, kendi çıkarlarını yastık yapan, kişilerden oluşmuş, bizim gibi iyi eğitilmemiş bireylin meydana getirdiği toplumlarda, doğru bilinse ve görülse de; toplumsal mutabakatı sağlamak çok zordur. 

İnsanın, sadece gözleri ile doğruyu görmesi yeterli değildir. O doğruyu, kulağın işitmesi, burunun kokusunu alması, ellerin dokunması, tutması ve kavraması, dilin lezzet alması ve ifade etmesi gerekir. Bunun içinde o toplumun bireylerinin öncelikle; Allah’ a kul olduğunun bilincine varması gerekir.

Çevremizde olanları: Suriye’de, Irak’ da Afganistan’ da Libya’ da ve en korkuncu Filistin’de olanları gözün görmesi, kulağın duyması yeterli olmuyorsa; eğer doğru değerlendirilemiyorsa,  çok iyi analiz ve sentez yapılıp ders çıkarılamıyorsa; kin ve nefret aklın önüne geçmişse; kişisel çıkarlar her şeyin üstüne çıkarılmışsa; ne görmek, ne işitmek, ne de doğruyu göstermek hiç bir şey ifade etmez.

Böyle toplumlar da;  doğruyu  görenlerin de,  işitenlerin de, doğruyu gösterenlerin de  dilleri   ses çıkaramaz ve seslerini hiç kimseye  duyuramazlar.

 Eğer bir toplum da hak ve hukukun üstünlüğün de mutabakat sağlanamamışsa;   ortak çıkarların üstünlüğüne inanılmamışsa, doğruyu gören ve bilenler; sadece gördükleri ve bildikleriyle kalırlar.

Günümüz dünyasında hak ve hukukun üstünlüğün de mutabakat sağlayamayan,  ortak çıkarları;  bireysel çıkarların önüne koyamayan toplumlar; bizim gibi sosyal, ekonomik ve kültürel sıkıntıların içinde bocalayıp dururlar.