İnsan, yaratılışı itibari ile aklı olan ve bu yüzden de kıyas, muhakeme, analiz yapan ve yapması gereken varlıktır. Tarihi, olayları, gelişmeleri…

İnsan kendisine ait her şeyi ama her şeyi hoyratça, siyasi mülahazalar, ideolojik saplantılar ile ret veya inkâr edip milli benliğine ve onu ayakta tutan değerlere karşı duruş sergilemek, milli ve manevi, tarihi, kültürel değerlerine sıkı sıkıya bağlı olan insanları yok etmiyor, kendi yaşam haklarından da feragat ediyorlar demektir.

 Zira Hafazanallah!  Ülkemizin başına gelebilecek umumi bir felaketin onları teğet geçeceğini yada ayıracağını mı düşünüyorlar.

            Siyasi olarak elde edilemeyen kazanımlar, iktidar olamama neticesinde sorunun nerede olduğunu anlamak yerine aidiyet inkârı travması yaşamak,

Meziyetleri yüksek ve toplumun kahır ekseriyeti tarafından hüsn-ü kabul gören siyasetçilerin, idarecilerin sadece yokluğunda kendisine varlık aramak, kederlerini bekleyip onların kederlerinden mutluluk devşirmeye çalışmak hem insani, hem siyaseten acizlik göstergesidir.

Batı’nın yalan, yağma ve talan üzerine kurulan kirli bir uygarlık olduğunu bile bile onlardan demokrasi nutukları dinlemek ve istemek halkın nezdinde karşılığı olmayan çok iç acıtıcı bir durumdur. ..

            İç Siyasette, siyasi rakipler birbirlerini kıyasıya eleştirebilir, strateji geliştirebilir bu toplumumuz tarafından öngörülebilir ve kabul edilebilir bir durumdur.

            Demokrasi, İnsan Hakları ve özgürlük nutuklarının, Batı’nın çirkinliklerini ve sömürgeciliğini, kan emiciliğini gizlemek için geçerli makyaj malzemesi olduğunu artık dağdaki çoban bile anladı.

Özellikle kendi kültürüne, inancına, tarihine medeniyetine bigane ve eçheli cühela olan toplumların üzerine nasıl karabasan gibi çöktüklerini tarih yazdığı gibi günümüzde de katmerlisi ile görüyoruz.

Alın size Bosna, Çeçenistan, Irak, Suriye, Afganistan, Filistin, Libya, Lübnan, Keşmir. Nerede Paris şartı, Helsinki Bildirisi, nerede AGİT, nerede BM, nerede AB, nerede Nato?

Nerede mi? Onların çıkarları nerede ise, onlar orada. Yukarıda sayılanlar ın bir tuvalet kağıdı kadar hükmü yok. Onlar sadece vitrin malzemesi.

Nagazaki, Hiroşima onların eseri, Aylan bebek onların vahşeti…

Gökyüzüne yükselen ahlarda, kan çanağına dönmüş gözlerden süzülen yaşlarda onların ilkelliği ve vahşeti var. Toprağı kan ve gözyaşı ile sulamaya da devam ediyorlar. Fakir ve açlığa mahkum ettikleri Ülkelerin ve halkların üzerinde sevinç naraları atıp mutluluğun harcını karıyorlar.

Her fırsatta Ülkemize de dişlerini gıcırdatan, tarihi hafızamızı resetlemek isteyen, devamlı patinaj yapmamız için her gün yeni gündemler ortaya atan demokrasi havarisi Avrupa Ülkelerinin açık tehditkar tavırları gün gibi ortada iken, içte ve dışta teröre karşı canhıraş bir mücadele verilir iken, sanki bu görev sadece iktidarınmış gibi tavır takınıp, hiçbir refleks ortaya koymamak siyasi sorumlulukla asla bağdaşmamaktadır. Bu durum ziyadesi ile milletimizin içini acıtmaktadır.

            Ne acıdır ki, Ülkemizde bu topraklar üzerinde yaşayıp, bu topraklara ait olup fazileti, medeniyeti Batı’da gören, onların güya sözde ulaştığı sonuçlara ulaşmanın onların tarihini, inancını ve kültürünü benimsemekle mümkün olacağını düşünen yaşadığı topraklardaki bütün değerlere bigane kalan kafalar var. Yok eğer öyle olmasa idi, biz 15 Temmuzu yaşar mıydık?

            İşte burada takınılması gereken tavır, Ülkemizin dört bir tarafı ateş çemberine dönüştürülmek istenirken elverir ki iktidarı ile Muhalefeti ile STK’ ları ile beraber iradi bir duruş gösterip. surda gedik açtırmamaktır.

            Ülkemizin kazanımı hepimizin kazanımıdır. Onun içindir ki, dost ve düşmana karşı inanç, tarih, kültür değerlerimizin birbiri ile mezcedildiği yeni bir mefkûre ve fazilet manifestosuna ihtiyaç vardır. 15 Temmuz Hain darbe girişimine karşı gösterilen iradi duruştan, daha fazlasını gösterme zarureti vardır.