Antik Çin, Taş Devri’nde izole topluluklar olarak doğdu ve zamanla birleşerek tarihin en uzun soluklu imparatorluklarından birine dönüştü. Yaklaşık 8.000 yıl önce başlayan bu uygarlık, Han Hanedanı’nın çöküşüyle sona erdi. Antik Çin, bugün Çin sınırları içinde yer almasına rağmen, her zaman tek bir ülke olarak var olmadı. Tarih boyunca birçok hanedan tarafından yönetildi.
Antik Çin, yazı sisteminden felsefesine, savunma yapılarından heykel sanatına kadar birçok alanda iz bıraktı. En dikkat çeken yapılar arasında yer alan Çin Seddi, kuzeyden gelen saldırılara karşı savunma amacıyla inşa edildi. MÖ 221’de imparator Qin Shi Huang, dağınık savunma duvarlarını birleştirerek Çin Seddi’nin temellerini attı. Yapı, farklı dönemlerde inşa edilerek 1300’lü yıllarda son şeklini aldı.
Qin Shi Huang, sadece Çin Seddi ile değil, ölümünden sonra bile etkisini sürdüren Terakota Askerleri ile de biliniyor. 1974’te Xi’an kentinde keşfedilen bu binlerce savaşçı heykeli, gerçek boyutlarda ve her biri farklı detaylara sahip. Araştırmacılara göre, bu heykeller ilk imparatorun mezarını korumak için yapılmıştı.
Antik Çin’in siyasi gücü kadar düşünsel mirası da dikkat çekiyor. MÖ 6. yüzyılda yaşamış olan Konfüçyüs, etik, toplumsal düzen ve bilgelik üzerine kurulu felsefesiyle yüzyıllar boyunca Çin’e yön verdi. Bu öğreti, özellikle Han İmparatoru Han Wudi döneminde resmi ideoloji haline geldi.
Han Hanedanı’nın kurucusu olan İmparator Gaozu, sıradan bir köylüyken isyanı başarıyla yönetip imparator olmuştu. Han Wudi ise hem topraklarını genişletti hem de kültürel reformlara öncülük etti.
Bugün hâlâ süren arkeolojik kazılar, Antik Çin’in derinliğini ve zenginliğini gözler önüne sermeye devam ediyor. Çin’in modern kimliğini oluşturan bu geçmiş, yalnızca Çin halkı için değil, dünya tarihi açısından da büyük önem taşıyor.