Çocukluk günlerimi özledim. Tandır ekmeğinin kokusunu, arklarda akan suyun vurgusunu, fecir vakti açan yerli güllerin ve yağmurla toprağın kokusunu, annemin her sabah namazı sonrası bir köşede Kuran okuyuşunu özledim. Yer sofralarımızı yer yataklarımızı özledim. Televizyonsuz internetsiz günlerimi, köyümü, şehirdeki tek katlı bahçeli evimizdeki, inekleri, danaları, horoz seslerini, kedimi özledim. Yaz geceleri, kardeşimle ayvanın toprak bacasında yatarken uyanınca gökyüzündeki parıldayan yıldızları, ayı seyretmeyi özledim. Kedimin dizlerimin önünde yatarken çıkardığı mırıltıları, akşamları duvarda asılı gaz lambamızın duvarlara akseden gölgeli ışıltılarını özledim. Her sabah namazlarıyla birlikte çobanlar, çoban köpekleri eşliğinde şehir merasına giderken çıkan ayak seslerini, homurtularını, insanların mahmuzladığı atların nal seslerini özledim.
Öğlenleri babamın dükkanında yediğimiz ekmek arası fındık dövmecini, Mevlit dayının deri peynirini, buzlu üzüm hoşafını, üç köfte 25 kuruş diye bağıran yamakları seslerini özledim. Babamın ‘’Haydi kalk oğlum sabah namazına gidelim’’ deyişini, cami çıkışı pastanede karşılıklı salepli süt içmeyi, sokaklarda şen nağmelerle oynatan çocuk seslerini özledim.
Sokağın köşesindeki tulumbadan kovalarımızı doldurmak için sıraya girdiğimiz günleri, evlere su taşıyan sakaları özledim. İlimizin orta yerinden geçerken kara dumanlar saçan buharlı lokomotiflerin düdük seslerini özledim. Marangoz dükkânlarını önünden geçerken çam kokularını, terzilerin dikiş makinelerinin tıkırtılarını, demircilerin, bakırcıların çekiş tıkırtılarını, özlerdim. Şehrin dar sokaklarında fayton ve at arabalarının takırtılarının özledim. İlk kez şehrimize gelen beyaz bir minibüse 50 kuruşa sırayla şehir turunu özledim .
Her birisi bir sokağın maskarası, neşeler saçan delilerini, dillerden düşmeyen deli Lütfü’yü, deli Haydar’ı Aziz’i vs. özledim. İlan için sokaklarda hunu ile bağıran tellalları, köşe başlarında, ipleri omzunda iş bekleyen hamalları özledim. Böyle arabaların olmadığı sessiz, dar patika ve toprak yollarını özledim. Sobamızı onun sıcaklığını, annemin soba üzerinde birlikte pişirdiğimiz mis gibi kokan kızarmış çökelekliyi ve üzerinde kaynayan güğümü özledim. Teyzemin sepet balını, kuru kaymağını özledim. Çift atların çektiği çıngıraklı mavi boncuklu gemici fenerli yolcu taşıma paytonlarını, yük taşıyan demir tekerlekli at arabalarını, saman taşıyan çift öküzlerin çektiği kağnı arabalarının gıcırtılarını, atların nal seslerini çok özledim.
Kış aylarında sobanın yanındaki minderler üzerinde içtiğimiz tarçını özledim. Kışın çorapsız naylon terliklerle yalın ayak buzda kayışımı, yaramazlık yapınca annemin arkamdan terlik fırlatmasını özledim. Kapı önlerinde oynadığımız çizgi, bilye, fındık, yakan top, saklambaç vs. oyunlarını çok özledim. Ağaçlara tırmanıp dalından meyve yemeyi, özledim. 1939 Erzincan depreminden sonra şehir halkı, mahzun, suskun, mütevazı bir hal almıştı. O kaynaşmaları, o saflıkları çok özledim.
Artık duymuyor, göremiyoruz. Bir hadisi şerifte, ‘’Öyle bir devir gelecek ki, filanca memlekette doğru bir insan varmış.’’ diyecekler. Acaba o devire mi yaklaştık. Öylesine şeytani sanatlar, fikirler ortaya çıktı ki, sanki aynı tabağa konulmuş bal, zehir misali, ayırt edemiyorsun. arsız yayınlar, sokaklara yayılan modalar, erken buluğa eren, saygıyı, hayayı kaybeden, saldırgan, isyan eden, tembelleşen, bir çıkış kapısı arayan gençler. Kısa sürede boşanmayla biten evlilikler, ardındaki cinayetler.
Artık köyüm yok, bahçeli evimiz, kedim bile yok, köyler bahçeler talan olmuş, şehirlere eklenmiş evler yükselmiş, Ne toprak kokan yollar ne ağustos böceklerinin sesleri var. Artık kimse kimseyi sevmiyor sözü geçmiyor, herkes başına buyruk yaşatamıyorsun, dizginlerde tutmuyor. Artık çocukların sofranda toplanmıyor, yer sofralarımız da yok, anayı babayı büyükleri isteyen yok, Okuma uğruna gurbete düşen, aileden koparılan başıboş kalan gençler. Para göndermekten başka umuru olmayan babalar neleri kaybettiklerinin farkındalar mı?
Artık sevgi yok, saygı yok, artık eski sevdalarda yok. Muhabbetler yok olmuş sadece düşler ve menfaatler var. Büyük küçük kalkmış, sen sen, ben de ben, diyen çocuklarımız var. Muhabbetsiz, sevgisiz, saygısız ve sabırsız evliliklerimiz var. Arayış içinde çırpınan insanların yanlışları ve bunalımları var. Özgürlükler adına neleri kaybetmedik ki, sustuk, susturulduk. Vahşetleri sergileyen, inançlarımızı, ananeleri bozan, gözlerimize perde çeken televizyon ve internetimiz var. Ve kafelerde telefonuyla bekleyen gençler, sokaklarda sigara içen kızlar.
Artık analar babalar konuşurken sözünü kesen, sözünü yürüten, dinlemek istemeyen, takır, takır cevap veren, çok bildiğini zanneden, eski kafalısın diyen çocuklarımız var. Evliliği eğlencelik, pembe hayaller zanneden, susmak bilmeyen kaprisli bir kısım kadınlarımız var.