KÜLTÜR-SANAT

Ortadoğu’nun Binlerce Yıllık Hikayesi: Yeşilden Çöle, Medeniyetten Unutuş’a

Geçmişin izleri geleceğe ne anlatacak?

Abone Ol

Ortadoğu bugün kavurucu güneşi ve çorak topraklarıyla bilinirken, 10.000 yıl öncesi bambaşka bir manzara sunuyordu. Yeşilin her tonu, ormanlar ve akan nehirlerle dolu bu bölge, o dönemler adeta bir cennetti. Bugünkü Suudi Arabistan topraklarında, eski göl yatakları bilim insanları tarafından hala keşfediliyor.

Mezopotamya’da Fırat ve Dicle nehirleri, çevresindeki toprakları bereketle sulayarak yemyeşil bir çevre oluşturuyordu. Anadolu’nun güneyi ve Levant bölgesindeki ormanlar, sıcak günlerde bile serin esintiler sunuyordu. İşte bu bereketli topraklarda, insanlık tarihinin en önemli dönüm noktası—tarım—doğdu.

İnsanlar artık sadece avlanmıyor, toprağı işlemeyi ve bitki yetiştirmeyi öğreniyordu. İlk köyler kuruldu, koyun ve keçi gibi hayvanlar evcilleştirildi. Göbeklitepe gibi 12.000 yıllık tapınaklar inşa edilerek inanç ve toplumsal yaşamın temelleri atıldı.

Zamanla bölgedeki iklim değişti; yağmurlar azaldı, nehirler çekildi ve yeşil alanlar yerini çorak topraklara bıraktı. Ancak bu toprakların zenginliği sadece petrol değil, tarihin en eski medeniyetlerine de ev sahipliği yapmasıdır. Hazar’dan gelen Sümerler, Mezopotamya’da çivi yazısını icat edip ilk büyük şehir devletlerini kurdu.

Ortadoğu, sadece coğrafi bir bölge değil, insanlık medeniyetinin başlangıç noktasıdır. Yazı, hukuk, şehirleşme ve din gibi temel yapılar burada ortaya çıktı. Bugün ise geriye kalan kent kalıntıları, geçmişin zenginliğini ve aynı zamanda doğanın ihmal edilmesinin sonuçlarını gözler önüne seriyor.

Ortadoğu’nun bize verdiği en önemli mesaj şudur: Doğa medeniyetleri besler, ama korunmadığında onları unutulmaya mahkûm eder. Peki biz, bugünkü medeniyetimizin mirasını 10.000 yıl sonra nasıl bırakacağız?