Binlerce yıl öncesine ait, oldukça meşhur bir Sümer tabletinde, herkesin aşina olduğu bir sahne betimleniyor: Gılgamış ve Enkidu’nun, kutsal ormanın bekçisi Humbaba’yı öldürmesi. Bu mitolojik anlatı, Sümer destanlarının en bilinenlerinden biri olsa da, tablette dikkat çeken bir başka detay daha var: Gökyüzünde yer alan Güneş ve onu çevreleyen yedi gezegen sembolü...
Bu detay, sadece estetik bir çizim mi, yoksa çok daha derin bir bilgi mi barındırıyor?
Sümer inancına göre, Güneş ve gezegenler yalnızca gökcisimleri değil; her biri bir Tanrı ile ilişkilendirilmiş ilahi varlıklardı. Tabletteki sahnede, Humbaba’nın bu tanrılar adına öldürüldüğü de açıkça belirtiliyor. Bu durum, Sümerlerin yalnızca mitoloji değil, aynı zamanda ileri düzey astronomik bilgiye de sahip olduğunu gösteriyor olabilir mi?
Asıl şaşırtıcı olan ise şu: Bugün gelişmiş teleskoplarla yeni yeni keşfedilen gezegenler, Sümerler tarafından nasıl biliniyordu? Hatta hâlâ gezegenlerin varlığını inkâr edenler varken, binlerce yıl önceki bir uygarlık bu detayları gökyüzünde nasıl çözümleyebilmişti?
Tabletin üzerindeki yedi gezegen sembolü, modern astronomi bilgisiyle örtüşüyor. O dönemlerde çıplak gözle gözlemlenmesi neredeyse imkânsız olan bu cisimler, Sümerler tarafından nasıl tespit edildi? Tesadüf mü, yoksa kayıp bir bilginin izleri mi?
Arkeologlar ve tarihçiler bu sorulara kesin yanıt veremese de, Sümer tabletleri hâlâ insanlığın geçmişine ve evren anlayışına dair büyük sırlar barındırıyor.