Kıymeti çok sonra anlaşılan, Erzincan'ın büyük evliyalarından Terzi Baba birçok keramete sahip olan  Nakşibendî şeyhidir.

Daha önce sıkça duymuşsunuzdur. Erzincan'ın eski insanları bir zamanlar kör Erzincanlı olarak adlandırılmaya başlamış. Peki neden diye hiç merak ettiniz mi? Araştırmalarımıza göre Terzi Baba Hazretleri yaşadığı dönemde insanlar tarafından hor görülmesinin yanısıra kendisinde var olan o büyük keramet ve hikmetler anlaşılmamış. Öyle söylenir ki böyle bir zaatın varlığının değeri çok sonraları farkedilmiş. Bu sebeple Erzincanlılara kör Erzincanlı denilmeye başlanmış.

terzibaba_1280x854

Bu büyük zaatın kim olduğu ve hayatının yanısıra  Terzi Baba Mezarlığı ve Türbesi ile ilgili  bilgileri sizler için derledik.

Erzincan'a bağlı Sarıgöl'de 1190 veya 1195/1776 veya 1781 tarihinde doğdu. Asıl adı Mehmed Vehbî'dir, şiirlerinde Hayyât Vehbî, Hayyât-ı Muhammed, Vehbî mahlaslarını kullandı. Mesleği terzilik olduğundan Terzi Ağa, Terzi Baba veya Hayyât Vehbî; boyunun uzunluğundan dolayı Uzun Terzi, Uzun Terzi Ağa ve en çok da Erzincanlı Terzi Baba olarak tanındı.

Babasının adı Fazlî-zâde Abdurrahmân'dır. Muhammed Tâhir Efendi'nin Şevkistân adlı eserinde aslen Erzincanlı olduğu, evinin Câmi-i Kebîr ile Kurşunlu Camisi arasında kalan Benderli Mahallesi'nde bulunduğu, dükkânının ise Kassablar Çarşısı'nda bulunup vefatından sonra terzi dükkânının mescide çevrildiği belirtilmektedir. Bazı eserlerde Erzurumlu diye kaydedilmesi, terzilikte çırağı olan Erzurumlu bir başka Terzi Baba ile karaştırılmasından kaynaklanmaktadır. Aşçı İbrahim Dede, ikinci Terzi Baba ile tanıştığını, Kâdiriyye tarikatına intisap eden bu kişinin Erzurum'da terzilik yaptığını söyler. Genç yaşta Şirvanlı-zâde lakabıyla tanınan bir Kâdirî şeyhine intisap eden Terzi Baba'nın çocukluğundan itibaren tekkelere devam ettiği ve dinî bilgileri sözlü kültür vasıtasıyla öğrendiği, özellikle tasavvuf konusunda kendi kendini yetiştirdiği kaydedilmektedir. Kırk yaşlarında iken Hâlid El-Bağdâdî'nin halifelerinden Abdullah Mekkî'ye intisap etti. Rivayete göre Abdullah Mekkî'nin Erzincan'a geldiğini haber alan Terzi Baba, Kurşunlu Câmii Medresesi'nde onu ziyarete gitmiş, birkaç gün sonra Abdullah Mekkî, Terzi Baba'yı davet ederek Hâlid El-Bağdâdî'nin verdiği emanet için uygun birini bulmak amacıyla yola çıktığını, kendisini bu emanete layık gördüğünü söylemiş ve Terzi Baba'yı Nakşıbendî-i Hâlidî halifesi tayin etmiştir. Şehrin uleması, bilgisiz sandıkları yoksul bir terziye böyle bir görevin verilmesini çekemediler. Mutasarrıfın ve ulemanın huzurunda Terzi Baba'yı imtihan ettiler. Terzi Baba bu sınavı başarıyla verince irşat görevi üstünde kaldı. Bu hadiseden sonra Terzi Baba'nın şöhreti Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, Bayburt ve Sivas yörelerinde yayılmış, menkıbeleri günümüze kadar gelmiştir. Terzi Baba, 1264/1848 senesinde Erzincan'da kolera salgınında vefat etti. Erzincan defterdarı Mecîd Efendi ve halifelerinden Fehmî Efendi tarafından yaptırılan ahşap türbeye defnedilmiştir. Bir yangında harap olan türbenin yerine Erzincan Belediyesi 1980'li yıllarda kesme taştan yeni bir türbe yaptırmıştır. Erzincan şehir mezarlığına da Terzi Baba Mezarlığı adı verilmiştir. Terzi Baba'nın üç erkek kardeşinden Fâzıl Abdülkerîm Feyzî onun yanında medfundur. 1847 yılında vefat eden Terzi Baba için ayrıca şunlar da zikredilmiştir:

“O, halim selim, mütevazi bir zattı. Fakirleri çok seven, onlara daima merhamet ve şefkatle yaklaşan mübarek bir insandı. Anlatıldığına göre bir gün, Erzincan’a kâmil zatlardan seyyah bir kişi gelir. Bu kişinin üstündeki aba çok eskimiş, birçok yeri yırtılmış ve ele alınamayacak kadar kirlenmiştir. Elbisesini tamir ettirmek için terzilere giden zatın gittiği hiçbir terzi, dikmek bir yana, abaya ellerini sürmekten bile çekinir. Alttan alta alayla;

– Şurada Terzi Baba var, ona götür, derler. Biçare seyyah Terzi Baba’yı bulur ve meramını anlatır.
Terzi Baba, reddetmek yerine hüsn-i kabul ile “Abayı bırak, yarın gel, hazır bulursun.” buyurarak alır, güzelce yıkar, kurutur, diker, hazır hale getirir. Ertesi gün seyyah gelir, abayı teslim eder. Ücret de almaz. Abasını temizlenmiş, dikilmiş halde gören seyyah çok sevinir, Terzi Baba’ya gönülden dua eder.

Terzi Baba'nın eşinin adı Güllü Hanım'dır. Erkek çocuğu olmayan Terzi Baba'nın soyu Zeynep Sâre, Meysûne, Edebiyye adlarındaki kızları vasıtasıyla devam etmiştir. Soyundan gelen bazı kişilerin mezar taşları halen Terzi Baba Mezarlığı'nda ve Terzi Baba Türbesi'nin çevresinde yer almaktadır. Erzincan'da Terzi Baba adına bir dernek kurulmuş, yine onun adını taşıyan büyük bir cami ve külliye inşa edilmiştir. Şaban Er, Terzi Baba hakkında yazdığı ayrıntılı eserinde şöyle diyor: Terzi Baba Hazretleri, uzun boyluydu. Cüsseli vücudu çok heybetliydi. Esmerce tenli, mübarek sakalları ak ile karışık ve siyahı beyazından çok, mübarek bedenleri az etli ve nahif idi. Mübarek başlarına yeşil sarık sararlardı. Bu sarığı bugün türbe-i şeriflerindedir. Mavi bezden bir entari üzerine yeşil cübbe giyerlerdi.

Terzi Baba'nın bilinen tek eseri Kenzü'l-Fütûh'tur. Miftâhu'l-Kenz, Kenzü'l-Miftâh, Kenz-i Miftâh, Miftâhu'l-Kenzi Li'l-Ârif ve Hidâyet-nâme adlarıyla da bilinir.  13 yazma nüshası bilinen eserin 4 defa da eski harflerle baskısı yapılmıştır. Eserin Türkiye kütüphanelerinde birçok yazma ve matbu nüshası vardır. Eserin kısa zaman içinde el yazma usulüyle birçok kez çoğaltılmış olması ve ayrıca 1859 yılında basılmış olması esere gösterilen kıymetin işaretidir. Dili gayet sade ve akıcıdır.
 Bu eser manzumdur ve mesnevi nazım şekliyle yazılmıştır. Ancak bu eseri Terzi Baba'nın önce mensur olarak yazdığı, sonra kendi emriyle halifesi ve manevi kardeşi Hâfız Rüşdî Efendi tarafından nazma çekildiği belirtilmektedir. Toplam 1214 beyit olan olan eserde dinî-tasavvufi konular işlenmektedir. Eserin sonunda Rüşdî Efendi'ye ait 26 beyitlik bir münacat ve Medhiyye-i Hayyât başlıklı 24 beyitlik başka bir manzume yer almaktadır. Osmanlı Müellifleri'nde Terzi Baba'nın Sıfât-ı Sübûtiyye Risâlesi adlı ber eseri olduğundan bahsediliyorsa da bu eser bulunamamıştır.

Halidiye tarikatının Erzincan ve çevresinde yayılmasını sağlayan Terzi Baba, damatları Mustafa Fehmî Efendi ile Mehmed Rüşdü'den başka Süleyman Efendi (Şems-i Hayâl mahlaslı Leblebici Baba), Abdülbaki Baba, Abdussamed Efendi, İrşâdî Baba gibi birçok halife yetiştirmiştir. Fehmî Efendi'nin müridi Aşçı İbrâhim Dede'nin Hatıraları'nda Terzi Baba, Fehmî Efendi ve çevresi hakkında geniş bilgi bulunmaktadır

Terzi Baba’dan…

Gel ey Hayyat Vehbi,

Kulun düşmanlarını anlat. Ki biz kime Allah için buğz edeceğimizi, kimi ve neyi Allah için seveceğimizi bilelim.

İnsanın dört büyük düşmanı vardır ve mert insan bunlara karşı gelebilendir. Bu dört şeyden kurtulan kendisinin sultanı olur.

Nitekim Allah “düşmanını gözet” buyurmuştur. Bu yüzden sizler daima bunları düşman bilin.

Düşmanın biri nefstir, diğeri şeytan. Birisi kötü arkadaştır, bir diğeri ise dünya.

Nefs-i emmare büyük düşmandır. Ancak ona muhalif olarak onu kahredersin.

Onun sözünü tutma, çalış çabala ki, sakinleşsin. Böylece nefsini öldürüp sen de rahata erersin.

Eğer şeytana düşmanlık edeyim diyorsan, çalış çabala, Allah’ı zikret ve istikamet üzere ol.

Hiçbir zaman kötü arkadaşla beraber olma. Gün gelir sana düşmanlık eder.

İyilerle konuş, daima onlara yakın ol. Kalbini pâk edip temizle ve daima iyi huylu ol.

İyi huylu olup eğer kemale erersen, nice kötü kişiye nasihat etmen, onları hak yola çevirmen sırasında zarar görmezsin, sana zarar veremezler.

Dünya sevgisi de herkese düşmandır. Nice insanın ömrünü boşa harcamasına sebep olur.

Nitekim Allah da böyle buyurmuştur. Hiç aklı başında, yarın başına gelecekleri bilen adamın kalbinde dünya sevgisi barınır mı?

Zaten bir insan kulluğuna devam etse, herkes ona hizmetçi olur. Dünya sevgisi ise insana çok zahmet verir.

Ashabın haber verdiğine göre, Allah Resulü s.a.v. de buyurmuştur: “Dünyanın kıymeti sinek kanadı kadar değil”dir.

Sürüye iki aç kurt girse, bütün sürüyü kırar geçirir, geriye bir şey koymaz.

Fakat dünyanın verdiği ziyan hepsinden fazladır. Dünya kendisini sevene zarar verir.

Nitekim Mevlâ hadis-i kudside buyurmuştur: “İki sevgi bir kalpte yer almaz.”

Nasıl ki su ile ateş bir kapta toplanmaz, dünya sevgisi ile Allah sevgisi de bir araya gelmez.

İlâhi, cümlemizi bağışla ve hayırlı mal ver. Ve kalbimizi mâsivâdan temizle, şirk ve riyadan kurtulalım.

Bu dünyadan kurtulmak istersen, daima ölümü hatırlamaya bak. İlimle meşgul ol ve amel et. Nitekim Allah Kur’an’da ilmi övmüştür.

Allah Resulü âlimleri övmüş ve benim vârislerim onlardır buyurmuştur.

Allah Tealâ da Kur’an’da “Benden ancak alimler hakkıyla korkar” buyurmuştur.

Bu alimler ise, sözleriyle yapıp ettikleri birbirine uyanlardır.

* * *

Allah’ın Kur’an’da bahsettiği, büyük insanlardan söz edeyim. Onları anlatayım.

Onlar bu dünyanın alışverişine dalıp gitmezler, Allah’ın zikrinden gafil olmazlar.

Kalpleri daima zikr üzeredir ve daima Allah’ın huzurunda olduklarını bilirler.

Allah Resulü s.a.v. de buyurmuştur: “Bedende bir et parçası vardır, o sağlam olursa beden de sağlam olur. Eğer o bozulursa, bedenin tamamı bozulur. O et parçası kalptir, bunu bilin.”

Gönülsüz, kalpsiz kul var mıdır? Tabii ki yoktur. Kalp yüce Mevlâ’nın nazar ettiği yerdir. Her an ona ilâhi bir nur dolar.

Çalış çabala ve kalbini mâsivâdan, yalandan, gıybetten, kibirden ve iftiradan temizle. Çünkü Allah Tealâ nazar ettiği yeri temiz tutanı sever.

Bir kez kalpten Allah diyenin imanı, o kişiyi kurtuluşa erdirir.

Zikr üzere olmak kalbi sükûna erdirir, kalp mutmain olur ve Allah kendisini zikredene daima yardım eder.

İlâhi! Kalbimizi mutmain kıl ki günahımızın farkına varalım, onun için ağlayalım.

İmanımız ezeli bir hidayettir. İnşallah Rabbimiz imanımızı üzüntülerden, pişmanlıklardan muhafaza eder.

Kişinin kalbi tasdik hali üzere olursa, onun imanı daima güçlenir. O kişinin sözü doğru olur, maksadı, meramı belli olur.

Yalan ile iman bir arada olmaz. İkisi birden bir kalbe dolmaz.

Kişinin çabası imanını korumak üzere olmalıdır.

İlim hakkında çok söz söylemişler, her biri sanki şeker çiğnemişler.

Ben de bir kaç söz söyleyeyim, biraz şeker de ben çiğneyeyim.

Allah’a sığınırım ve derim ki, ‘Günahımı affeyle, gafletten uyandır.’

Sözlükte ilmin anlamı bilmektir. Gerek çalışıp çabalayarak olsun gerek Allah vergisi olsun, ilim derler.

İlim iki türlüdür: Biri ilm-i bâtın, diğeri ilm-i zahir. İkisi de birbirine uygundur, aklı başında olan, her ikisini de tatbik eder, kullanır.

İlm-i zahir nedir, dinle şimdi. Biraz açıklayayım: Allah kelamından ve hadisten çıkarılmıştır ilm-i zahir. Herkes bu ilme muhtaçtır.

İslâmî ilimler bu kaynaklardan çıkmıştır ve müçtehitler çok manalar ortaya koymuştur.

İster oku, ister dinle. Fakat amel etmezsen ziyanı çoktur.

Amelden maksat işte bu okumaktır, amel edip günahtan necat bulmaktır, kurtuluşa ermektir.

Okuyorsan amel et ve hakkı söyle. Sana zarar vermek isteseler de doğru söyle.

Eğer zarar gelir diye doğru söylemezsen, İlâhi huzura nasıl çıkarsın, ne yüzle gidersin?

İlâhi! Dilimize hakkı söylet. Bize bir ziyan değerse de sen doğru söylet.

Müçtehitler içtihat ederek, itikadı sağlamlaştırdılar.

İtikadda mezhebimiz Matüridî, amelde İmam-ı Azam mezhebidir. Bu ikisidir mezhebimiz, amelde itikadda uyduğumuz.

Ayrıca dört mezhebin de cümlesi haktır. Şafiî, Malikî, Hanbelî… hepsi doğru. Sen kendi mezhebince amel et.

Falan mezhep hatalıdır demek hatadır. Her biri Hak tarafından verilmiştir. Eğer varsa zaten hatası, affetmiştir onu Hüdası.

İçtihat ederek onlar aldı sevabı. Bize gerek değil onun hata hesabı.

Hakikatte bilinmez Hakk’ın muradı. Muradullahtır cümlemizin itikadı.

Kulun cüz’i iradesi vardır ve maksadına onunla yönelir.

Kalbe çok manalar atılır. Dört şeyden gelir bu manalar. İkisi bir vasıtayladır.

Bu vasıtalar ya melek olur yahut şeytan. Melek tarafından atılan manaya ilham derler.

Bu ilham hayra uygun olur ve dinin hükümlerine mutabık olur.

Şeytan ise kalbe vesvese atar. Bu da Allah’ın hükümlerine muhalif olur ve şeytan daima birbirine benzer şer işler atar kalbe.

İnsana çok hileler yapar.

İnsan ancak Allah’ı zikrederek şeytandan kurtulabilir.

İlahî! Sen kerem kıl, yardım et. Onun şerrinden kurtulalım.

Herhangi bir vasıta olmadan kalbe gelen manalar ise, biri nefistendir, diğeri Hak’tandır.

Nefsten gelenin adı hevâdır ve senden isteklerini yerine getirmeni talep eder.

Oysa onun istekleri dinin hükümlerine muhaliftir ve o senin katı bir düşmanındır.

Mana, kalbe güneş gibi doğarsa, ona havâtır derler ve Hak’tandır.

O daima Allah’ın hükümlerine uygun olur. Onu takip eden Hakk’a yol bulur.

Haramdan sakınırsan fark edersin. Kalbe atılan kimden, sezersin.

Allah cüz’î irade verdi sana, öyleyse iradeni O’nun muradına göre sarf et daima.
[Semerkand Dergisi'nden alınan bölüm. (Abdullah GÖKMEN – Kasım 2009)]

Terzibaba Mezarlığı

Erzincan'ın en büyük mezarlığı olan Kaledibi Mezarlığı'na, 1848 yılında vefat eden Terzibaba'nın defnedilmesiyle mezarlığın adı Terzibaba Mezarlığı olarak değiştirilmiştir.

terzibaba (1)_1280x960terzibaba (2)_1280x960 terzibaba (4)_1280x960

Terzibaba Türbesi

Türbeye dört basamaklı merdivenle çıkılır. Yapının giriş bölümünde iki sütunlu ve üzeri kurşun kaplı, yağmurluk çıkması bulunmaktadır. Süsleme unsurlarının yer almadığı türbenin içi sade, sekizgen planlı düz bir örtüden oluşmaktadır. Türbenin kapısı ve pencerelerinde çapraz demir kafesler vardır. Türbenin içerisinde bulunan iki sandukanın büyük olanı Terzibaba'ya diğeri ise Terzibaba’nın en yakın müritlerinden birine aittir. Bir yangın sonucu harap olan türbe, 1980'li yıllarda betonarme olarak tekrar yaptırılmıştır. Mezarlık, Osmanlı mimarisi özelliği olan kesme taştan inşa edilmiştir. Türbe ve mezarlık halk tarafından sıkça ziyaret edilmektedir.

türbenin içi_1280x854  terzibaba (3)_720x960 

Nasıl Gidilir: Terzibaba Türbesi'ne şehir merkezinden yaya olarak gidileceği gibi, özel araçla ve türbe önünden geçen minibüslerle de gidilebilir.

Terzibaba mezarlığı Erzincan'da en çok ziyaret edilen yerlerden. Özellikle bayram ve kandillerde bolca ziyaretçi ağarlayan Terzi Baba Mezarlığı her geçen gün daha da geniş sınırlara ulaşmakta. Erzincanlıların birçoğu öldükten sonra buraya gömülmeyi arzu ettiği için mezar satın almak isteyenlerin talepleri her geçen gün artmaya devam etmekte.

Muhabir: Merve Kiraz