İnsanlık, yüzyıllar boyunca yalnızca konuşarak varlığını sürdürdü. Ancak yaklaşık 5.000 yıl önce Mezopotamya'da yaşayan Sümerler, kil tabletlere kazıdıkları sembollerle tarihin akışını değiştirdi. Yazının icadı yalnızca fikirleri kalıcı hale getirmedi, aynı zamanda insanlık için yeni bir çağın — tarih çağının — da başlangıcı oldu.
İlk yazılı belgeler, şehir devletlerinin karmaşık yapıları içinde tahıl, hayvan ve toprak gibi mülkiyetlerin kaydını tutmak için kullanıldı. Bu semboller zamanla, Mezopotamya'da çivi yazısına, Mısır'da hiyerogliflere dönüştü. Yazı, sadece bilgi kaydı değil, aynı zamanda bir uygarlık göstergesiydi. Zamanla yöneticilerden tüccarlara kadar pek çok kesim yazıyı kullanarak hesap tuttular, emir verdiler ve tarihe not düştüler.
Ne var ki yazma becerisi herkesin erişiminde değildi. Mezopotamya ve Mısır gibi uygarlıklarda yazıcılık, yüksek eğitim ve prestij gerektiren bir meslek olarak yalnızca seçkin sınıflara aitti. Toplumların büyük çoğunluğu okuma yazma bilmiyor, sadece aristokratlar edebiyatla içli dışlı olabiliyordu.
Günümüzde ise hâlâ dünya nüfusunun yaklaşık %20’si okuryazar değil. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde bu sorun, bilgiye erişimi ve bireysel gelişimi ciddi şekilde kısıtlıyor. Ancak geçmişe baktığımızda, yazının doğuşu; ticaretten sanata, bilimden yönetime kadar birçok alanı dönüştürerek medeniyetin temel taşlarından biri haline geldi.
Kaynak : HeatherWhipps