“Ben bir rüya kelebeğiyim
Uçsam nice, uçmasam ruhum ince
Büyümeden kanatlanmalıyım
Ben doğmuşum,uçmalıyım
Bir aşka kondum
Aşkı avuçlayanlar 
Kendilerini arıyorlardı
Kanatlandım
Avuçlarında toz zerrecikleri”

Gülümser, çocukluk aşkı  Egocan’la  karşılaştığı günden beri O’nun hayalinin aslında hep bir gölge gibi onu takip  ettiği  hissiyle  titredi.Büyürken birlikte  büyümüşüz  diye düşündü.Varlığın varlığa  karışması  böyle  bir şey miydi?Gözbebeklerinde saklamıştı yıllarca onu.Geceye uykuya  geçmeden  onu düşündükçe  bakışlarını  düşüncelerinde dondurmuştu.Yürüyemediği yollara,göremediği mekanlara,söyleyemediği şarkılara  gitmekle kalmak arasında cebelleştiğinde “O olsa şimdi ne yapardı”  demekten kendini alamadığı için  garip bir pişmanlık duyuyordu.Halbuki onun lanetli olduğuna inandırmıştı  kendini güya.Kendini inandırmıştı da beynine  laf geçiremediğini bile bile yıllarca kendini kandırmıştı.
Karşılaşmamalıydım,asla karşılaşmamalıydım” diye geçirdi içinden.Halbuki kendisi istediği için karşılaştığını çok iyi biliyordu.İçindeki ses  daha fazla dayanamadı ve lafa karıştı:
_ “O’nu görmek için yıllardır  yanıp tutuşan  sanki bendim.Tamam,bunu hiçbir zaman dile getirmedin ama  karşılaştığın gün  camı açıp avazın çıktığı kadar  bağırdığını unuttun galiba.Önce dürüst  olmayı öğren Hatta cebinde  ayna taşı.Burnunun uzayıp uzamadığını  sık sık kontrol edersin.Sana bir şey söyleyeyim mi:Sen aşk yaşadığını zannediyorsun  ama  karşı tarafın  ne bok olduğunu kendine bile itiraf edemeyecek kadar korkaksın.Aslında  bunları  ego Can söylemek isterdi muhtemelen ama ben  daha fazla  dayanamadım  ve  ondan önce davrandım.Zaten her ne kadar farkında  olmasan da ya da farkında değilmiş  gibi davransan da ben senin içinde  büyüttüğün  Egocan’ın  TA KENDİSİYİM”
Gülümser, sinir  kat sayısı tavan yapmış  olarak   açar ağzını yumar gözünü.Gözünü yummuş demişken, hani Ego Can’ı gözbebeklerinde  saklıyordu ya,kendi ölüsünü yuğmaktan korkuyordu.Çünkü o zaman gerçek aşkı görecekti ve göreceklerinin arasında  Egocan gözbebeklerinden  kayıp gidecekti.
Şimdi,Gülümser iki elini  beline koydu.Mahalle karısıvari bir üslupla  kendine dönerek  içine  söylenmeye başladı:
_ “Hadi oradan münasebetsiz.Sen kim Egocan  olmak kim. Sen O’nun kesik tırnağı bile olamazsın.O benim  düşlerimde ve  gerçeğimdeki  aşkın ta kendisi.Daha  altı yaşındayken  o köşe  başında  bana kondurduğu  veda busesinin  varlığıyla  hayatımda her daim  O’nu hissedeceğimi  söylemişti.Yıllar sonra o köşe başında  suretlerimizi tanımadan yan yana  geçerken  yanağım sızlayarak  yüzümü,kalbimi  ona çevirdiğim  o anda  hissettiklerimi  asla  anlayamazsın.Anlayamazsın çünkü sen onu kaybetmeme uğruna  gözyaşını  akıtamamanın  gözü nasıl sızlattığını da bilemezsin.Esas hiçbir şey bilmeyen de sensin.”dedi Gülümser.Ellerini belinden indirdi.Hafiflemiş  olarak suskunluk maskesini  taktı  ve etrafta  onu kahkahalarla  izleyen  serçelere dönüp  son bir sinir  hamlesiyle  “çok mu komik”  diye  bağırdı.Serçeler sekerek  Gülümser’in yanına  geldiler,evet dercesine  aynı anda havalanarak  etrafa dağıldılar.Gülümser, “sizden nefret ediyorum kuş beyinliler”  dediğinde onlar çoktan kaybolmuşlardı bile.
Gülümser, Egocan’a sırılsıklam aşık olduğunu sana dursun,esas  oğlan Egocan  kendi dünyasında   kendiyle ilgili olanlardan bir  haber  mutlu,mesut  yaşayıp  gidiyordu.”Artık gitmeliyim”  diye düşündü. “Çocukluğumun geçtiği  mekanlara  dönmem son derece  büyük bir hataydı” diye geçirdi içinden.Dalgın dalgın yürüyordu.Başına üşüşen serçelerle  son anda  düşüncelerinde boğulmaktan  kurtuldu.El,kol  hareketleriyle  serçeleri  dağıtmaya  çalışırken, yüzlerindeki  alaycı tebessümü görünce hepsini öldürmek  istedi.Çocukluğunda yanından hiç ayırmadığı sabanı geldi aklına ve dolayısıyla Gülümser.
_”Çok saçma” dedi. “O’nu hatırlamam çok saçma.Bir sabanın iki yarısıymışız da.Ortadaki lastik aşkımızmış da…Hayatımda bu kadar komik bir şey duymadım. Ha ha haa…”
Derken Egocan tüm haşmetiyle karşısına çıktı.Ete kemiğe bürünmüş öylece bakıyordu Gülümser’e. Gülümser gözlerini gözlerine diktiğinde, şaşkınlığı gözbebeklerine yansıdı. Titrek dudakları çevreleyen pembelikteki tebessüm kendi tebessümünün aynısıydı.İlk defa Egocan’la yüzyüze gelmenin şaşkınlığı onu alt üst etmişti çünkü bu istihzalı tebessüm kendi tebessümünün kopyasıydı. “Egocan , Egocan senin dudakların neden benim dudaklarımın aynısı? Diye sordu nereden ve ne zamandan kaldığını bilmediği repliğin senfonisiyle. Egocan cevap verdi, “seni daha iyi yanıltmak içiiiiin.” Sonra saçlarına baktı gayri ihtiyari, saçlarının tüm kıvrımı, rengi, albenisi kendi saçlarının ayrıntısıyla şekillenmiş tıpkı basım gibiydi . Ve yine şaşkınlıkla aynı repliği tekrarlayarak sordu “Egocan  Egocan senin saçların neden benimkiyle aynı?” Yüzünü bütünüyle algılayamamasının sebebini bilmeksizin bakıyordu Egocan’ın silüetine. Egocan duraksamadan cevap verdi, “saçına düşürdüğüm her akta geçmişinin gölgesi olduğumu hatırlayıp gelecekten korkmaman ve anda kalıp gülümseyebilmen için.” Sonra gözleri burnuna odaklandı , hayretle ve yine aynı replikle sordu “Egocan Egocan senin burnun nasıl oluyorda benim burnumun aynısı oluyor?”Egocan yine aynı bilgelikle cevapladı. “Anımsadığın ve geçmişten korkarcasına savurup kaçtığın her kokunun aslında seni gülbahçesine çeken rayihaya sürüklediğini sana hatırlatmam için.” Gülümser şaşkındı, bir pazılın parçası gibi içinde taşıdığı Egocan’ını yıllardır bütünsel güzelliğiyle görememişti. Parçacıklar onu büyük resme odakladıkça uyanıyor, özünde yaşadığı  sıçramanın coşkusuyla heyecanlanıyor, ve resmin esas tamamlayışının hikmetinden sual olunmayacağını daha yeni farkediyordu. Egocan’ın ellerini gördüğünü artık şaşırmadığını farketti, ancak sormadan duramadı : “Egocan Egocan senin ellerinde benimki gibi rengarenk ve şeffaf, “Ellerin, ellerin ve parmaklarının , bir kır çiçeği gibi narin, ellerin?”Egocan: “ellerinden belli olur bir kadın” deyip kavrar aslında hiçbir zaman bırakmadığı Gülümser’in zarif parmaklarını  . En nihayetinde  gözbebekleri , Gülümser’in buğulu  gözbebeklerine takıldığında Egocan sorar: “Güülümser Gülümser bundan böyle her gülümsediğinde artık duyabilecek misin Ahımın feryadını .” Gülümser artık tevekkelü ve yorgun gözleri bin yıllık bir uykudan uyanmışçasına hatırlar ahla kafiyeli tek Türkçe kelimeyi ve fısıldar Timsah…. Ve anlar  aslında bin yıllık yolculuğunda sırtında taşıdığı ahının timsahını . Sen bensem ben sen ve eğer ben sen isem bundan böyle ben, ben . Böylece timsahının bir gülbahçesine yönelen silüetini takip ederken Egocan’la birlikte bastığı her adımın bir güle ve Egocanın timsah vücudunun her zerresinin bir gül şurubuna dönüştüğünü farkederken gülümser , Ve dahi yudumlarken gül şurubunu her yudumda ahının tebessüme , feryadının ve gözyaşlarının sürura dönüştüğünü tüm benliğinde hisseder , bundan böyle gözünden süzülen her yaş, mutluluktan olacaktır , ve tuzlu değil gül tadında. Egocanı uğurlarken ekler “hey Egocan , artık seninle yollarımız ayrılıyor senin kutun camdan, benimki goncadan , senin kutun benim geçmişim, benim kutum anım ve geleceğim ve orda yer yok bundan böyle ahlara eyvahlara, unutma güller çoğaldıkça büyürler , çoğaldıkça eles bezminden beri yüreğimde tutuşan o en sevgiliye, sevgililer sevgilisine özlemim , yakın olacağım güllerle bezeli o sevgiliye ve çoğaldıkça bulacağım gül yüzlü özge benliğimin tek yoldaşı hasretime vuslatı…..”