Anadolu'nun kadim topraklarında yapılan arkeolojik kazılarda, bilim insanlarını hayrete düşüren bir bulguya rastlandı: MÖ 6000’lere tarihlenen, obsidiyenden (volkanik cam) ustalıkla oyulmuş ve cilalanmış bir ayna. Bu antik nesne, yalnızca şaşırtıcı yaşıyla değil, taşıdığı kültürel ve teknik anlamla da tarihçileri büyülüyor.
İnsanoğlunun yazıyı bile henüz icat etmediği, metal işlemeyi bilmediği bir çağda; Neolitik dönemin bir zanaatkârı, obsidiyeni jilet gibi keskin ve kırılgan yapısına rağmen ince bir işçilikle cilalayarak %70’e kadar ışığı yansıtan dışbükey bir yüzey oluşturmuştu. Günümüz aynalarına yakın yansıtıcılık sağlayan bu parça, o dönemde yaşayan bir insanın belki de saçını düzeltmek, belki de kendi kimliğini görmek için kullandığı bir araçtı.
Dünya nüfusunun henüz 5 milyon civarında olduğu, tarımın yeni yeni yayılmaya başladığı ve evcilleştirilmiş ilk kedilerin ateş başında uyukladığı bir zamanda... bir insan, karanlık obsidiyene bakarak yalnızca dış dünyayı değil, iç dünyasını da keşfetmeye çalıştı.
Bu büyüleyici keşif, insanlığın binlerce yıl öncesinden bugüne taşıdığı bir özelliği gözler önüne seriyor: Kendini görmek, anlamak ve hatırlanmak arzusu.





