Bir ülkenin ismi bazen kendi halkından bile uzun süre yaşayabilir. İşte “Trakya” toprakları, böylesi kadim bir mirasın üzerinde yükseliyor. Üç bin yıl öncesinde, bu topraklarda at süren, müzikle varlığını ifade eden, altını büyüyle işleyen bir halk vardı: Traklar. Günümüze kadar adlarını koruyabilmiş ama tarih sayfalarında unutulmuş bu eski kavim, antik bir krallığın yankısı olarak varlığını sürdürüyor. Antik Yunanlılar, bölgeye “Thrakē” adını verirken, aslında burada yaşayan Trak halkını işaret ediyordu.
Yani Trakya isminin anlamı “Trakların ülkesi” demek. Zaman içinde Roma’da Thrace, Bizans’ta Thraki, Osmanlı döneminde ise Trakiyye olarak anılan bu toprakların adı günümüzde de değişmedi: Trakya. Üç bin yıl, beş imparatorluk geçti ama bölgenin adı hep aynı kaldı. Burası savaşçıların ve mistiklerin memleketiydi.
MÖ 2000 civarında Balkanların doğusuna yerleşen Hint-Avrupa kökenli bu kabileler, günümüz Edirne, Kırklareli, Tekirdağ’dan başlayarak kuzeye Bulgaristan, batıya Makedonya’ya kadar uzanıyordu. Yüzlerce kabileden oluşan bu toplum, zaman zaman kendi krallarını seçmiş, zaman zaman Perslerin, Makedonların, Romalıların egemenliğini kabul etmişti. Ancak savaşçı ruhları hiç sönmedi. Tarihçi Herodotos, Trakları “Hintlilerden sonra dünyanın en kalabalık halkı” olarak tanımlarken abartmıyordu.
Trakların dini inanışları da tıpkı kendileri gibi büyüleyiciydi. Göklerin ve bereketin tanrısı Sabazios, ay ve doğurganlık tanrıçası Bendis ile ruh göçüne inanan mistik lider Zalmoxis, Trak inancının temel taşlarıydı. Zalmoxis’in ölümden sonra yaşam fikri, Yunan kültüründeki Orpheus ve Dionysos mitlerini etkileyerek Batı mistisizminin temelini oluşturdu.
Trakya ormanlarında yankılanan Orpheus’un lirinin sesi, belki de o eski Trak ezgilerinin bir devamıydı. Traklar, altını sadece bir madde değil, adeta bir dil olarak kullanmışlardı. Bugün Bulgaristan’da bulunan Panagyurishte ve Rogozen hazineleri, sadece mücevher değil, aynı zamanda sanat ve inançlarının birer ifadesi olarak karşımıza çıkıyor. Her bir altın parça, Trakların doğa ve öte dünya arasındaki ilişkiyi anlatma biçimiydi.
Trak dili ise bugün tamamen kaybolmuş durumda. Sadece bazı yer adları ve kişisel isimlerde izi kalmış. Ancak bu sessizlik bile bir anlam taşıyor: Traklar tarih sayfalarından silinmiş olabilir, ama coğrafyanın hafızasından asla silinmediler.