Her sabah gökyüzünü aydınlatan güneş ışığı, sadece günümüzü değil, aynı zamanda geçmişi de yansıtıyor. Çünkü Güneş’ten çıkan her bir foton, aslında milyonlarca yıllık bir serüvenin sonunda gözlerimize ulaşıyor. Peki, bu yolculuk nasıl başlıyor ve neden bu kadar uzun sürüyor?
Işığın boşlukta saatte 1 milyar 80 milyon kilometre (yaklaşık 300.000 km/s) hızla ilerlediğini öğrenince, Güneş'in merkezinden yüzeyine ulaşmasının saniyeler süreceğini düşünmek doğal. Nitekim Güneş’in yarıçapı 695.700 kilometre ve bu mesafe, teoride yalnızca 2.3 saniyede aşılabilir. Ancak gerçek bambaşka…
Güneş’in çekirdeğinde, hidrojen atomlarının helyuma dönüştüğü devasa füzyon tepkimeleri sonucunda fotonlar oluşur. Fakat bu fotonlar, yüzeye ulaşmak için düz bir yol izleyemez. Güneş’in yoğun plazma ortamında adeta “zıplayarak” ilerlerler. Her bir foton, yolculuğu boyunca milyonlarca kez etrafındaki parçacıklarla çarpışır, yön değiştirir ve enerjisinin bir kısmını kaybeder. Bu rastgele, sabır isteyen yolculuk, fotonların Güneş’in dış katmanlarına ulaşmasını tam bir milyon yıl geciktirir!
Bu zorlu yolculuğun sonunda Güneş’in yüzeyine ulaşan fotonlar, nihayet ışık hızında uzaya fırlar. Dünya’ya ulaşmaları ise yalnızca 8 dakika 20 saniye sürer.
Yani bugün pencerenizden içeri süzülen bir ışık huzmesi, Güneş'in çekirdeğinde Taş Devri henüz yaşanırken yola çıkmış olabilir!
Astrofizikçilerin "ışığın içsel gecikmesi" olarak adlandırdığı bu süreç, hem evrenin işleyişine hem de zaman kavramımıza farklı bir bakış açısı sunuyor. Her gün gördüğümüz güneş ışınlarının, yıldızımızın kalbinde geçen uzun ve zorlu bir mücadele sonucunda ortaya çıktığını bilmek, doğaya duyulan hayranlığı bir kat daha artırıyor.