Pamukkale'nin göz kamaştırıcı travertenlerinin hemen yanı başında, antik çağların “kutsal şehri” olarak bilinen Hierapolis, tarih tutkunlarını zamanda bir yolculuğa çıkarıyor. Antik Frigya topraklarında konumlanan bu eşsiz kent, binlerce yıl boyunca farklı inanç sistemlerine, kültürlere ve mimari anlayışlara ev sahipliği yaptı.
M.Ö. 2. yüzyılda Pergamon Kralı II. Eumenes tarafından kurulduğu düşünülen Hierapolis, adını mitolojik Amazonlar kraliçesi Hiera'dan alıyor. Kuruluşundan itibaren hem dinsel hem de kültürel bir merkez olan şehir, başta ana tanrıça Kibele’ye, sonraları ise Yunan tanrıları Hades ve Persephone’ye adanmış kutsal alanlara sahipti.
Arkeolojik kazılara göre bölgedeki ilk yerleşim Demir Çağı'na kadar uzanıyor. Frigler’in kutsal kabul ettiği bir mağaradan çıkan zehirli gazlar, bu alanın yer altı tanrılarına açılan kapı olduğuna dair inançları da beraberinde getirmişti. Bu alan daha sonraları “Plutonium” adıyla Hades kültünün merkezi haline geldi.
Hierapolis, Roma dönemine kadar Hellenistik dokusunu korusa da, M.S. 60 yılındaki büyük deprem sonrası tamamen Roma mimarisiyle yeniden inşa edildi. 9.500 kişilik kapasitesiyle devasa tiyatrosu, bu dönemin en görkemli yapılarından biri olarak dikkat çekiyor. Tiyatronun alt yapısı ve sahne düzeni, burada gladyatör dövüşlerinin yapıldığını da ortaya koyuyor.
Şehrin anıtsal yapıları arasında Frontinus Caddesi, Agora, Apollon Tapınağı, surlar, hamamlar ve Gymnasium gibi yapılar yer alıyor. Özellikle 2.000’i aşkın mezarıyla dikkat çeken nekropoller, Hierapolis’in “Kutsal Şehir” unvanını destekler nitelikte.
Hristiyanlık tarihi açısından da önemli bir merkez olan kent, MS 4. yüzyıldan itibaren bir metropol haline gelmiş, Havarilerden Filipus’un burada öldüğü rivayet edilmiştir. 1988 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne giren Hierapolis, hem doğa harikası Pamukkale ile birleşen güzelliği hem de tarihsel derinliğiyle büyülemeye devam ediyor.