.

Bu topaklar dünyanın en değerli ve en pahalı topraklarıdır. Birçok köşe yazımda dile getirmişimdir: “ Anadolu coğrafyası çok lüks bir coğrafyadır. Bu topraklarda yaşayanların da lüks olma zorunluluğu vardır.”  Diye.

Gerçekten de; bu coğrafyada yaşayan insanların çok iyi eğitim almış olması ve bu coğrafyanın önemini, kıymetini çok iyi kavraması ve bu coğrafyaya layık olması gerekir ki; bu topraklar da rahat ve huzur içinde yaşayabilelim.

İnsanımızın şunu çok iyi bilmesi gerekir: Toprağımız,  canımız, malımız,  namusumuz, şerefimiz, ırzımız, nikâhımızdır. Kısacası adam gibi onurumuzla yaşamamız; bu toprakların ne kadar çok değerli olduğunun farkın varmamıza, birlik ve beraberlik içinde olmamıza bağlıdır. Bu beraberliğimizi koruyamadığımız takdirde; dağılır, talan edilir gideriz. 
Bastığımız bu toprakların her zerresinin bizde hakkı vardır: Bu toprakların tozunun, yemeğimizde ki tuzunun, çeşmesinden ve deresinde akan suyunun, dağının, taşının, göklerinde uçan kuşunun, yüce dağlarının doruklarında buz kesmiş soğuğunda tozan karının, yaylalarında açan bin bir çeşit, çiçeklerinin ve en önemlisi uğurunda canlarını feda eden yüz binlerce şehidimizin ve atalarımızın ödediği bedellerin hakkı vardır.

Her millet, kendi coğrafi yapısına, kendi sosyal yapısına, kendi inanç ve kültürel yapısına, kendi milletinin ihtiyaçlarınagöre; kendi çocuklarını yetiştirmeye çalışır.  Buna göre bir eğitim- öğretim müfredatı hazırlar.    Ve bu müfredatı günün şartlarına göre de geliştirir.

Biz, millet olarak bunu başaramamışız. Başarmak bir tarafa, yanlışın farkında bile varamamışız. Hala, okul müdürlerini, ders saatlerini, sınav sayılarını ve şekillerini değiştirmekle, uğraşıp duruyoruz.  Bunlarla uğraştırılmaktan; çocuklarımıza neler öğretmekte olduğumuzu sorgulamak fırsatı bulamıyoruz. Veya bu fırsatı vermemek için birileri, bu milleti, oyalayıp duruyor. 

Bu konuda örnek olacak bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum: Sınıflarımızdan birinin dersi Beden Eğitimi. Bir diğersınıfımızın dersi; öğretmeni mazeret izinli olduğu için boş.  Boş sınıf gürültü yapmasın diye, Beden Eğitim Öğretmenine bu sınıfı da dersine almasını söyledim.  Okulun bahçesinde iki sınıf birlikte ders yağıyor.  Okul müdürü olarak ben ve müdür başyardımcısı; bahçede ki BedenEğitim dersini; bu boş sınıfın penceresinden birlikte izliyoruz. 

Bir ara çocuklar, bir birleriyle tartışmaya ve kavga etmeye başladılar. Beden Eğitim Öğretmeni, anında müdahale etti ve olayı büyümeden önledi. Ders sonrası kavga eden bu iki öğrenciyi, Disiplin Kuruluna verdi. 

Benimle birlikte olayı seyreden Müdür Yardımcısı, aynı gün her iki sınıfın yazılı olarak ifadelerini aldı.  

Ertesi gün: 
-“Müdürüm! Dünkü olay, ikimizin gözleri önünde cereyan etti.  Ancak öğrencilerimizin  %90 ı hiç ilişkisi olmayan şeyler veya yalan yazmışlar.” 

İfadeleri bir defa da ben okudum.    Gerçekten de yazılanlar dediği gibiydi. 
Öğretmenler Kurulunu topladım. Durumu anlattım ve önümüzde ki hafta; bütün öğretmenlerin yalan konusunda eğitim vermesini; ders defterlerine “ Öğretmenler kurulukararı gereği Yalan konusunda Eğitim yapılmıştır.” Diye yazmalarınısöyledim.  Sorumluluğu tümden üzerime alacağımı kayda geçirdim. 

Haftanın birinci günü,  tüm sınıflarda yalan konusu işlendi.Haftanın ikinci günü öğretmenlerimizin çoğu: ”Müdürüm! Ben yalan konusunu bitirdim. Kendi konularıma dönebilir miyim?” Demeye başladılar.  
Ben de şaşırmıştım. Ne çabuk YALAN konusunu işlediler?  
Birde araştırdım ki; öğretmenlerin,  yalan söylememe konusunda dağarcıkları boştu.
Ertesi gün ders bitimi; yeniden öğretmenler kurulunu topladım. Herkes yalan konusunu  işlemiş ve bitirmişti,..
Her 4 öğretmene, bir sınıfın ders kitapları olmak üzere; yalan konusuna ne kadar ve nasıl yer verilmiş?  Araştırılmak üzere; İlkokul birden, lise son sınıfa kadar, paylaştırdık.  Bir hafta sonra, aynı saate toplanmak üzere karar verdik.
Bir hafta sonra toplandık: Sırayla raporlar okundu. İlkokul 4. Sınıfa kadar, öğretmenin inisiyatifine bırakılmış.  Diğer sınıflarda; Din Kültürü Ahlak Bilgisi Kitaplarında; bir-iki paragraf olarak yer alıyor; “Yalan söylemek günahtır. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.”  Bir de bir sınıfta: “Kaşağı” diye bir okuma parçası var.
Pekii! Bütün kötülüklerin anası olan; “YALAN SÖYLEMEMEYİ” insanına öğretemeyen bir eğitim sistemi; bu millete ne verebilir ki?  

Çoğunlukla eğitim ve beceri kazandırmamak üzere kurgulanmış, bu milletin evlatlarına yük olarak hazırlanmış müfredata rağmen;  tarih boyunca bu milletin var olmasını sağlayan, bu milleti güçlü ve hâkim kılan, değer yargılarımızın; bu güzel vatanın daha bozulmamış saf ve temiz insanları tarafından yaşatılması, önemsenmesi ve canları pahasına korunması;  bu lüks coğrafyanın insanımızın hakkı ve layığı olduğunu daha iyi anlıyoruz. 

Anadolu insanında var olan Allah’ a kul olma bilinci,  sevap ve hayır anlayışı, merhamet duygusu, sevgi, dostluk, vatan ve millet sevgisi… Sayamayacağımız kadar çok olan insanlığın en üstün değerleri; insanımızı bitmek bilmeyen zengin bir sevgi hazinesine, sarsılmaz bir imana ve fedakârlık anlayışına sahip kılmıştır.Eşi ve benzeri olmayan böyle üstün bir karakter ve anlayış; bu milletin en büyük gücü ve korunması gereken en büyük haznesidir. 

Önemli olan bu gücü ve bu anlayışı daha mükemmele, daha ileri seviyelere taşıyabilecek;  bir eğitim sistemini bu milletin hizmetine sunabilmektir.

İnşallah! Bir gün uyanır ve başarırız.  Bu toraklar ayak basanlar da; bastıkları bu toprakların ne kadar önemli ve ne kadar pahalı olduğunun farkına varırlar.