Hep nefs çıkar karşıma, ölüp ölüp dirilsem,

İnsandan kaçmak kolay, kendimden kaçabilsem!

(N. F. Kısakürek, 1973)

Kötü duygularını kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? Sen (Resûlüm!) ona koruyucu olabilir misin? Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar. (Furkân, 25/43-44)

Şu koca kâinatta insanın kendinden kaçabileceği bir yer yoktur. Nefis, kayıtsız yaşamaya çok yatkın olduğu sebebiyledir ki; mayasında hased, fesâd, fitne, tamâh, ihtiras, açgözlülük, dünyevîleşme, yalan, iftirâ, kibir, kîn, öfke, tefrika, gıybet, sû-i zân, zulüm, riyâ, edepsizlik, merhametsizlik, kusur araştırma, helâl ve harâm gibi sınırları tanımama vardır… Bu ve benzeri kötülükler Hak’tan uzak olduğu içindir ki, nefse yakınlaştırılmıştır. Nefsinin peşinden koşan ise, bu kötülüklere yakın olacağından, Hak’tan uzak kalacaktır, haliyle şeytâna uyacaktır.

Hevâ ve heveslerine uyan kimseler, dünyada da âhirette de azâp çekerler. Dünyada çektikleri azap, onları elde etmek istemeleri sebebiyledir. Âhirette çekecekleri azâp ise, onların hesabını verememekten dolayı olacaktır.

Şehvetin yuları, şeytanın elindedir. Dilediği gibi, yularını tuttuğu kimseyi kendine kul-köle yapabilir. Nefislerini güldürmeye, eğlendirmeye çalışanlar, hâliyle kalplerini ağlatacak, yüreklerini dağlayacaklardır.

“…Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevâsına uyandan daha sapık kim olabilir!..” (Kasas, 28/50)

            Resûlullâh (s.a.v.), mübârek bir beyânlarında; “ümmetim için üç şeyin işlenmesinden çok korkuyorum: Âlimlerin hatası, zâlim yöneticilerin hükmü ve tâbi olunan hevâ ve hevesler.” (Bezzâr, Taberânî) buyurur.

            Nefis, raydan çıkmak isterse, makinisti bahâne etmek beyhûdedir. “Nefis, hayırla meşgul edilmediği sürece, nefs onu bâtıl ile meşgul eder, nefsini şehevî meyillerden men etmeyenin ameli hebâ olur gider” der İmâm-ı Şafii bir sözünde…

Hevâ ve hevesler, karakteri itibariyle edepten uzaktır. Hâlbuki kul edepli olmak ile me’murdur. Yûnus’umuzun ifâdesiyle; “Edeb bir tâc imiş nûr-i Hüdâ’dan, giy ol tâcı, emîn ol her belâdan” dizelerinde, insanda edep ve îman dâimâ iktidâr ve muktedir olmalı, nefs ve hevâ ise hep muhalefet durumunda kalmalıdır. Yerleri değişince, bütün organizmadaki istikrâr bozulur, organlar fesâda uğrar.

            “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf, 50/16) “…Kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.” (Necm, 53/32) “(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yûsuf, 12/53) “…Doğrusu birçokları bilgisizce kendi kötü arzularına uyarak saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları çok iyi bilir.” (En’âm, 6/119)

            Öyle ki, şehvetini yenen kimse, meleklerden daha yüce mertebeye erişebilir. Çünkü meleklerin varlığı, şehvetsiz akıldan ibarettir. Şehvetlerine mağlûp olan insan ise, hayvanlardan daha aşağı seviyeye düşer. “Bel hum edallu sebîla” fermânında tarif edilen “esfel-i sâfilîn” çukuruna dûçar olur. Zira hayvanlarda şehvet var, düşünce-akıl yoktur. İnsan, ikisine de sahip olduğu için kendisini hayvanlardan ayırmak ve üstün tutmak zorundadır.

            Her müslüman, gizlide-âşikâr olanda, tenhâda-kalabalıklar arasında, her zaman ve zemînde, Allâh’tan korkmak ve yasaklarından sakınmak, şüpheli olan hallerden uzak durmak, kötü yollara düşürecek olan arkadaşlık-dostluklardan uzak durmak, hudutları korumak ve rızâ-i ilâhî istikametinde sabit-kadem olmakla insan-ı kâmil mertebesine erişebilir.

Bizi ne Amerika, ne İsrâil, ne Rusya yenemez, emperyalist güçler bizimle baş edemez, kurulan hile ve tuzakları Allâh’ın izniyle bu millet tarih boyunca bozdu ve bozmaya devam edecektir. Ancak bizi, tutkularını gemleyemediğimiz nefsimiz yenebilir. Kendine hâkim olan âilesine, âilesine hâkim olan çevresine, çevresine hâkim olan milletine, milletine hâkim olan da bütün bir ümmete hâkim olup sevk ve idare edebilir. Ancak nefs devreye girdiğinde hâkimiyet yerle bir oluyorsa, işte onunla mücâdele etmek büyük cihâddır ve azametli bir sabrı, mukâvemeti ve sebâtı gerektirir. Allah bizleri bu mücâhedeye muvaffak kılsın.

            “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.” (Mâide, 5/105)

            Yalnız düşmanla savaşmayı, düşmanlara karşı hesap ve planlar yapıp cihâd etmeyi düşünürken, nefisleriyle olan mücâhedeyi ihmâl edenler, yanlış yola girmiş olurlar. Zira bunu bir teşbîh yoluyla izâh etmek gerekirse; “kale müdâfaa edilecekse eğer, önce içinin sağlam olmasına dikkat edilir. Kale içten bozuk ve karışıklık halinde ise eğer, o bozukluklarla müdâfaya kalkışmak, hezimetle ve hüsrânla neticelenecektir.”

            Rabbimiz, göz açıp kapayıncaya kadar bizi nefsimizle baş başa bırakmasın, şeytanla ve dünya hevesâtıyla bizi çâresiz ve yardımsız koymasın. (Âmin.)

 

 

Şeref İŞLEYEN

[email protected]