KADINLAR BAŞ TACIMIZ DEMEK YETMEZ…

Kadının var olma gerçeğini “fark edilmesinde” arayan düşünce, onu olması gereken değerler üstü değerlere haiz mevkiden aşağı çekerken, cinsellik, kimlik, imaj ve moda gibi objeler üzerinden değer kazandırmaktadır.

Ancak kimilerine göre bu netameli bir konudur. Bu sahaya kimse girmek istememektedir. Aşk, seks, cinsellik üzerinden kadının meşruiyetini belirleme, sözüm ona güya ona saygınlık kazandırmanın ahlaki çöküntüyü hazırlayan etkenler olduğu görmezden geliniyor veya bilhassa bilinçli olarak yapılıyor.

Sokakların sahne halini aldığı, televizyon ekranlarının ahlaka mugayir görüntülerle topluma enjekte edildiği, kontrolsüz ve denetimsiz, tepkisiz ve ilgisiz bir ortam, geleceğin annelerinin istikbaldeki nesillere nasıl rehberlik edebileceğini, aile kavramını nasıl yerli yerine oturtabileceği konusunda kehanette bulunmaya fırsat vermiyor.

Kadını tartışırken, tartışılması gereken yerden çok uzaklarda, onu dar alanlara hapsetmek, kadın haklarını savunmak anlamına gelmiyor. Onun iffeti, şefkati, edebi, fedakârlığı, metaneti, sadakati gibi yüce değerleri ondan soyutlayıp, sadece kadınların sosyal ve iş hayatında yer edinebilmesi adına yapılan çalışmalar gelecekte tüm milleti kedere sevk etmeye yetecek kadar vahim bir durumu da beraberinde getiriyor.

Mutluluk ile tatmin kavramlarının kasıtlı olarak birbirine karıştırılmaya çalışıldığı, hatta yaşam tarzı haline getirildiği ortamlarda aşkı, seks ile, kudreti silah ile, özgürlüğü para ile, ruhu, madde ile açıklama ve anlamlandırma çabasının toplumun yarınları adına fertlere, aileye dolayısı ile millete verebileceği zararı hesabetmek zor olmasa gerek…

Suçlu aranacak ise, hayatın her alanında etkisi büyük olan kadınlarımızın, kendisini fark edememiş, kendi değerlerini anlamlandıramamış, anlamlandırmasına fırsat tanınmamış, cismaniyeti ve bedeni ile saygı ve hürmet dilencisi haline getirilmiş ise, burada erkeklerin payını da tartışmaya açmak gerekir.

Kadınımızın aradığı, şefkat beklerken suratına inen yumruktur. Onları kahreden budur. Analığından, olgunluğundan, emeğinden, tüttürdüğü ocağından, huzurum olsunda, ekmeğimi suya batırır yerim diyen kanaatkârlığına cevap bulamamanın, kadir kıymet bilinmemesinin kahrediciliğidir.

Aranacaksa, hak burada aranmalıdır. Kadınlardan önce erkeklere düşen vazifelerin masaya yatırılıp enine boyuna tartışılması gerekir.

Bir yanda eşleri tarafından öpülüp, öpüldükleri yerden tekrar kanatılan, kanatılan yerden tekrar acısı geçsin diye öpülen kadınlarımız…

Bir yanda kalp iniltisi, bir yanda olanlara anlam veremeyip çıldıran akıl, bir yandan şirazesinden çıkmış ruhlar…

Kadının hep talep eden, erkeğin ise seçimi yapan ve uygulayan konumda olması, anne kavramı yerine batı’nın dişi kadını, salon kadını kimliğinin ikame edilmeye çalışılması.

Mesajların, kadın cinselliğine ilişkin kodlar ekseninde şekillendirilmesi, reklam sektörü gibi kadını pasif, kolayca el atılıp yönlendirilebilir, seyirlik ve cinsel haz objesi haline getirilmesinde erkeklerin payı yoktur da kimin payı vardır?

Kadınlarımızın kendi kimlikleri ile var olabilmesi ve kimliklerine sahip çıkabilmesi için çok ciddi mücadeleye ihtiyaç var. Bu mücadelede başarılı olabilmenin en önemli ön şartı ise, bu vahim durumun mimarı olan erkeklerin sosyolojik yönden araştırılmasıdır.

Geleceğin huzurlu ve müreffeh Türkiye’si adına gerekli çalışmalar yapılarak Kadın Hakları, Okullara ders olarak konulmalı, Üniversitelerde bu konuda kürsüler kurulmalıdır. Topyekûn bir mücadele gereklidir.

Gelecek nesillerin hülyalarını ve rüyalarını anlık ve bedensel zevklerden soyutlayıp, erkeğin ve kadının varoluş gayesinin ne olduğunun bilincine kavuşturduğumuz gün, yüzümüz mutluluğun kıblesine dönmüş olacaktır.