Önce, yeni bir ev, yeni nesil lüks bir otomobil, ardından hanıma ve çocuklara da olsun. Çok kullanacaklarından değil ama bulunsun. Yazlıklarımız da olsun değişik yerlerde.

                Herkese en iyisinden birer cep telefonu, salona ipek halı, vitrine gümüşler, yatak odasına İtalyan takımı… İyi gider.

                Mutfak mı? Uzay aracı gibi olsun.

                Günde kaç saat para, kaç saat siyaset, kaç saat maç, kaç saat eş dost, kaç saat çoluk-çocuk, kaç saat ölüm?

                Daha sı, kaç saat madde, kaç saat mana konuşuyoruz?

                Mana dediğiniz anda etrafınız bir anda boşalıyor.

                Neden mi?

                Para araç olmaktan çıktı, amaç haline geldi. Paranın dışındaki tüm değerler adeta tedavülden kalktı. Hayatı kazanmak, adam olmak, yüksek tahsil yapmak, o kadar dersle baş etmek…

                Yetmez efendim.

                Matematiğin, fiziğin, geometrinin, istatistiğin kitabını da yazsanız, bu seferde karşınıza, kredi kartları, internet, şifreler, borsa, repo, endeks, hisse senedi, altın, döviz, efektif alış, efektif satış çıkıyor. Evlilikleri bile ortaklığa dönüştüren sistemin müşterileri her geçen gün hızla artmaya devam ediyor.

                Acaba bunca gayret geçinmek için mi, daha lüks ve şaşaalı bir hayata ulaşmak için mi?

                Hep tuşlar ve düğmeler. Basıverin düğmesine, buzdolabı, çamaşır makinesi, fritöz, ekmek kızartma makinesi, yumurta pişirme makinesi, (Haşlama mı olsun, rafadan mı, kayısı mı) mikrodalga fırın, ısıtıcı, çaycı, televizyon, klima, perde çalışsın.

                Kuklalara döndük. Biz mi cihazların düğmesine basıyoruz, cihazlar mı bizim yüreğimize basıyor belli değil.

                Belki de çoğumuzun el değmemiş eşyaları bile vardır.

                Biz önceleri bunlara sahip değildik ama ruhumuza sahiptik, vicdanımıza sahiptik, insanlığımıza sahiptik, komşularımıza, yardımlaşmaya, merhamete, düşkün zamanımızda ay sonunu getiremediğimizde elimizden tutacak dostlara sahiptik.

                Dijital dedikleri dünya hepsini elimizden aldı. Çaldı elimizden tutacak, elinden tutacağımız dostları birer birer.

                Evlerimizin içi eşya ile dolarken kafamız boşaldı, insanlara bakışlarımız matlaştı. İhtirasın kıskacına yakalandı insanlık.

                Gel de geçmişi özleme.

                Otomobilimiz yoktu ama bacaklarımız sağlamdı. Bisikletlerimiz vardı. Hayatın kendisi bizatihi spordu. Şimdi servet harcanan yürüme bantlarımız, kondisyon aletlerimiz var. Özgürüz ya.

                Kolalar, cipsler yoktu. Mis gibi ayranlarımız, çeşit çeşit şuruplarımız vardı.

                Ruhumuzun isini, pasını son model elbiseler ile örtme ihtiyacı duymazdık. Şimdi bozulan ruhumuzun günahını son moda kıyafetler bile örtemiyor.

                Ne asbest borularımız vardı, ne PVC pencerelerimiz. Ne AIDS’ imiz ne kanserimiz…

                Duvarlarımız kireçti ama sağlıklı idi.

                Şimdi anti bakteriyel boyalarımız, ortopedik yataklarımız var ama sabah kör kötürüm kalkıyoruz yataktan.

                Alışverişe gittiğimiz zaman her şey kese kâğıdına konurdu. Şimdi, şaşaalı alışveriş çantalarımız, poşetlerimiz var. Toprağın bile bin yılda ancak eritebildiği.

                Gürbüz, çevik, kuvvetli, zinde çocuklarımız vardı etle, sütle, balla, kaymakla, peynirle beslenen yanakları kan kırmızısı çocuklarımız.

                Şimdi, hazır mamalarla, kola ile cipsle, vitamin hapları, demir takviyesi ile kan yapıcı ilaçlarla obezleşen sağlıksız çocuklarımız var.

                Velhasıl…

                Hayatımızı değerlerimiz değil, menfaat, gösteriş tutkumuz, ticari, sosyal, siyasal kaygılarımız biçimlendirmeye başladı.