Çocukluğunuzda en sevdiğiniz şeyleri hatırlıyor musunuz?
Mesela okuldan geldiniz, yol uzun olduğu için çok yoruldunuz elinizi yüzünüzü yıkayıp oturdunuz yer sofrasının başına. Anneniz sıcak yemeğinizi koydu bir güzel silip süpürdünüz.
 Arkadaşlarınızla oyun oynamaya ya da mahallede birazcık gezmeye karar verdiniz. Cebinize ne koyardınız hatırlıyor musunuz?
 Çocuk ruhunuzun en çok istediği şey ne olurdu?
Benim en sevdiğim şey “pic leblebiydi.” Sizin anlayacağınız “kırık leblebi.” O zamanki nohutlar nohut, leblebiciler de gerçek leblebiciydi. Şimdi nohutlar hem küçüldü, hem de sertleşti. Belki de diş doktorları yapıyordur.
 Pic leblebiyi bilirsiniz, bütün leblebinin yarısıdır ama kavrulunca öyle bir gevrek olur ki anlatamam. Hafiften kızarır, ağzınıza atarsınız eriyiverir hemen. Cebime iki avuç koyar yerdim yolda. Küçük olduğu için bereketlidir de, oyalar insanı. Ama öyle üçer beşer değil birer birer atacaksınız ağzınıza ki tadını alasınız.
 Aşağı Çarşı’da leblebiciler vardı bizim evlerin biraz alt tarafında Çarşı Mahallesi’nde. Yirmi beş kuruşluk alsanız bir hafta yerdiniz. Kolay kolay bayatlamazdı da. Küçük kâğıt torbalara koyar verirlerdi, o zamanlar henüz hayatımızı karartan naylon poşetler icat olmamıştı.
 Leblebiyi alır yiye yiye gelirken içim çekerdi, akide şekeri alırdım Selahattin Efendi’den. Mermer tezgâhın üzerine yayar o renk renk şeker eriyiğini iki elinin tabanıyla yoğurur karıştırırdı. Dükkânın kapısının önünde durur dakikalarca seyrederdim onu. İri yarı gövdesiyle öyle bir yüklenirdi ki tezgâha kan ter içinde kalırdı. Sonra onu alır kalın bir ip gibi uzatır spatulayla parçalara ayırırdı. On kuruşluk alsanız yeterdi, pic leblebiyle öyle bir uyum sağlardı ki anlatamam. Bir şeker atardınız ağzınıza on dakika emerdiniz, dişinizle bastırıp kırarsanız tadını alamazdınız illaki emilecek. Leblebinin tadına karışır şekerin o güzel rayihası hiç bitmesin derdiniz.
 O leblebicilerin hepsi kayboldu biz büyüyüp adam sınıfına girinceye dek. Çarşı yıkıldı tadı kaçtı Erzincan’ın.
Sonraları çok aradım pic leblebi yapanı bulamadım. Ta ki bundan birkaç sene evveline kadar, en son o eski dostumla şimdi müze olan Eski Belediye binasının ilerisindeki leblebicilerde karşılaştım. Durup baktım bir zaman, bir yerlerden tanıyor gibiydim. Keten bir çuvalın içinden baktılar onlar da, önce onlar, sonra ben gülümsedik. Elli seneden fazla geçtiği halde aradan birbirimizi unutmamıştık. “Yüz gram verir misiniz” diyordum tam, kendime geldim “yarım kilo alabilir miyim” dedim.
 O eski tad gitmiş, leblebi demeye bin tane şahit lâzım. Ne yapacaksınız dişlerimizi kırmadan yemeye gayret ettik. Nerdesin Hahlı leblebici İsmail Efendi, oğlu İshak.
Şekerci Selahattin amca da yok ki akide şekeri alayım.