“Sosyal Medya” nâmıyla guruplandırılan sınırsız özgür (!) ortamlar, -aktif, süperaktif, deaktif ya da pasif- onu bir şekilde kullanan herkesi (istisnâlar kaideyi bozmaz) alabildiğine küfürbaz, ayarsız, saygısız, sevgisiz ve edebten mahrûm bırakmış…

İnsan herhangi bir paylaşıma yapılan yorumları veya paylaşımın bizzat kendisini bazen okumaya, görmeye, takip etmeye hicap duyuyor…

Yapılan yorumları okumaya edebiniz müsaade etmiyor, utanç damarlarınız kabarıyor, yüzünüz kızarıyor, nutkunuz tutuluyor, şaşkınlıktan şaftınız kayıyor…

Elleriyle kötü bir sözü, yazıyı, görsel fotoğraf veya video paylaşımını engellemeye gücü yetmeyen insanlar, dilleriyle, klavyelerinden dökülen cümlelerle şeytânın bile aklına gelmeyecek cümlelerle küfür kelâmları telaffuz ediyor, sövgü bombardımanına tutuyor karşı tarafı…

Allâh’ım, her hâlimize iz’ân ve insaf ve Yâ Rab!

Bu hâllerimizden hayır çıkar mı? Bilemiyorum…

Ama gerçek, ama sahte (fake) açılmış bir sosyal hesap…

Beğenmedin mi? Ya bakmayacak, hiç oralı olmayacaksın…

Ya da o hesabı sağlayanlara, hesabı açan ahlâksızları akşama kadar şikâyet edip duracaksın!

Kıymetli vakitlerini, geri gelmez saatlerini hebâ edip duracaksın!

Kendi kendini kahırla dövecek, sinirden dudaklarını, tırnaklarını yiyeceksin!

İçinde kin, içinde nefret, içinde kahır, içinde zehir büyütüp duracaksın!

Sonuç; ya verem olacaksın, ya kanser…

Ya psikopat olacaksın, ya paranoyak…

Ya rûh hastası olacaksın ya da kalbin daha fazla dayanmayacak, terk-i dünyâ edip gideceksin!

Şüphesiz “şeytân ve dostları” boş durmuyor, aralıksız ve acımasız çalışıyor…

Bizler de, yine beğenmediğimiz, eleştirdiğimiz “şer üreten firma ve fabrikaların” bizlere sunduğu imkân(!)larla, kötülüğe engel olmaya çalışıyoruz!

Onlar bu yolla bizim yapacağımız hayırlı ve faydalı çalışmaların, iyilik hareketlerinin önünü tıkamaya and içmişler, bundan bile haberimiz yok!

Ancak, bahâneler üretmek ve onları çoğaltmak kolay.

Sürekli bir bahâne bulacağımıza, şâhâne yollar açıp çözümler üretmeye koyulmak lâzım. Ya da bu yoldan çekilmek lâzım, yola koyulanlara engel olmamak için…

Karanlığa bir mum yakmak lâzım.

Nâzım Hikmet'in deyişiyle; "Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak... Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?"

Aydınlanmak için "yanmak" lâzım.

Tâbir yerindeyse; “hayatta bir baltaya sap olamamış, dünyaya kaz gelmiş ördek giden” cinsten insanlar var.

Böyle ortamlar, onlar için çok büyük fırsatlar olmalı…

Oturmuşlar bir köşeye, dünyayı ve insanları eleştiriyorlar…

Sözleriyle, kalemleriyle hayata ve insanlığa şekil vermeye çalışıyorlar…

Eleştiri makinası gibi. Yapıcı eleştiriye değil, yıkıcılığa odaklanmış…

Kendi nâkıs akıllarının kavradığından başkası sanki yalan…

Kendilerinden ve kendi sözlerinden gayrısı sanki hep eğri.

Her türlü konfor elinin altında, keyfi yerinde, kendi dünyasını tatmin edecek bütün imkânlar elinin altında, karşısına dikilip itiraz eden yok…

Oturmuş bilgisayarının başına, yâhut almış telefonu eline…

Esip gürlüyor, saydırıyor geldiği gibi diline.

Bir şeyi eleştirebilmek için, az bile olsa onun künhünü bilmek gerekiyor.

Belki içinde olmak, kıyısında durmak gerekiyor.

Yoksa insanın durması, dinlemesi, anlaması, tefekkür etmesi ve haddini bilmesi gerekiyor!

“Eleştiri Gemisi”ne binen insanlar, öfke ve nefretten, kinden ve hasedden dağlar oluşturuyorlar…

Ne yazık ki, gemi karaya oturmak üzere ve bunun farkında bile değiliz.

Kendi içimizden bize elini, yüreğini uzatacak “kurtarıcı bir el” bizi bekliyor!

“Asra yemin ederim ki;

İnsan gerçekten ziyân içindedir.

Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.”

-Kur’ân-ı Kerim- Asr Sûresi: 103/1-3

Hidâyete tâbi olanlara selâm olsun.