“TESETTÜR / ÖRTÜNME / HİCÂB VE MODA ÜZERİNE...”

Artık çok günahlar onun gizleyiciliği altında irtikâp ediliyor…

Asıl göreviyle “mahrem yerleri örtmek” olan tesettür; kimileri için arsızlığın, kimileri için hırsızlığın, kimileri için dilenciliğin, kimileri için başka çirkinliklerin maskesi olarak kullanılıyor…

Tesettür / örtünme artık, modacıların “tarz” olarak belirlediği ve toplumdaki moda tâkipçisi fertlerin önüne koydukları bir “imaj” haline geldi.

Bilen de kullanıyor, bilmeyen de…

İnanan da giyiniyor, inanmayan da…

Örtünen de örtüyor, örtünmeyen de…

Tesettür niyetiyle kullanan çok kimsenin, onun yüklediği sorumluluktan ve taşıması gereken misyondan zerrece haberi olmadan kullandığı da bir vâkıa…

“Allâh’ın farzı” mesâbesinde olan bu kavramlar, modanın belirlemesiyle gerçek anlamından soyutlanıp, toplumların kabulde muhayyer bırakıldığı bir detay haline getirilmiş…

Hakîkatte; tesettür / hicâb / örtünme hem bir ihtiyaç, hem nîmet ve hem de ibâdettir…

İnsan, ayıp yerlerini (avret mahallini) ve cinselliğini Allâh’ın bir emâneti olarak bilecek, inanacak ve koruyacak…

Müslüman bir kimse, kimliğini ve iffetini ilân ve izhâr ederken, tesettür ve hicâb hissiyle hem örtünecek, hem süslenmesini ona göre yapacak…


“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle! (Bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine alsınlar. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” 
Ahzâb, 33/59

“Tanınsınlar, tâciz edilmesinler, incitilmesinler…” diye incitmeden vahyediyor Allah…

Ayetlerin devâmında;


“Andolsun, ikiyüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar (fuhuş düşüncesi taşıyanlar), şehirde kötü haber yayanlar (bu hallerinden) vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz (onlarla savaşmanı ve onları şehirden sürüp çıkarmanı sana emrederiz); sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler.”

“Hepsi de lânetlenmiş olarak nerede ele geçirilirlerse, yakalanır ve mutlaka öldürülürler.”


"Allah'ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.”
Ahzâb, 33/60-62 buyuruluyor.

Şimdi çok müslümanların (!) hanımları, tanınmanın çok ötesinde, en mahrem sırlarına kadar bilinmenin, tâcize kapı aralamanın ve incitilmenin daniskasına mâruz kalmanın tuzağına düşmüşler…

“Tanınsınlar, tâciz edilmesinler, incitilmesinler, incinmesinler” diye Rabbimiz hassâsiyetle korumayı vahyettiği hâlde, bütün sermâyeleri çıplaklıkmış gibi pazara düşürdükleri tenleri / bedenleri arkasından ruhları incinen, nefisleri azan, niyetleri bozulan, şehvetleri ayyuka çıkan nice genç dimağların düştükleri ateşi düşünmeyen ve kendilerini süsledikçe süsleyen kızlar, kadınlar hâlinde ortalıkta arz-ı endâm etmektedirler…

İnsanın evinde bile dolaşmaya hayâ edip hicâp duyduğu gece kıyâfetleriyle cadde ve sokakları dolduranlar gururla ve keyifle yeryüzünde dolaşıyorlar…

Kuşkusuz zînet, kadınlar için fıtrî ve tabiî bir duygudur. Tamâmen yasaklanmış olması söz konusu değildir zîrâ kadının doğal hakkıdır.

Tesettür, hem kadın hem de erkekler için gerekli bir kavramdır ancak, asıl câzibe unsuru kadın olması hasebiyle, “tesettür” deyince ilk akla gelen de kadın olmaktadır.

Ancak;


“(Resûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.”
Nûr, 24/30 mübârek beyânı erkekleri uyarır ve vahy sıralamasına bakılırsa, Nûr, 31. âyetten de önce gelmektedir.

“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesnâ olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler...”  
Nûr, 24/31 buyurulur ki, mesele de budur.

Tesettür; “mahrem olana bakmamak” demektir. Yani, bakılması, görülmesi harâm olana bakılmayacak…

Moda ise, kısaca târif etmek gerekirse; “mahrem, nâ-mahrem farketmez, yeter ki bak, sadece bak, -söz meclisten dışarı- argo deyimiyle; moda salonlarındaki izleyici kitlesinin öküzün trene bakması gibi, mahremini sergileyen kadına/erkeğe bak!” demektir.

Bu yönüyle, bir araya getirilemeyecek, bir arada bile zikredilemeyecek “tesettür-moda” adlı iki kavramı, modacılar birbirleriyle buluşturmayı başarmış ve çağın vazgeçilmez tarzı halinde müslümanların gündemine sokmuşlardır…

Şimdilerde İslâmî moda evlerimiz, mağazalarımız, fabrikalarımız, salonlarımız var..!

“Tesettür de moda” mağazalarımız, Müslüman hanımların giyim zarâfetini kusursuz hâle getirmek için çalışıyorlar..!

Tesettür, bir ucu Hz. Âdem ve Havvâ’ya dayanan bir geleneğin devâmı;

Moda ise; “eskiyi çöpe at, yenisini al götür ve ânı yaşa” demenin merkez noktasıdır.

Ve tesettürde şöhret libâsı, Rasûlullâh (s.a.v)’in beyânıyla lânetlenmiştir. Yani, mü’min hanımlar, libâs = örtüleriyle toplumda şöhret edinmeyi arzû etmezler. “Tanınmak” değil, herkes tarafından “tanınmamak”tır esas olan… Oysa moda da esas olan “tanınmak / şöhret olmak” tır.

Tesettür, isrâfın haram olduğu bir düşünce ve ihtiyâcın ürünü;

Moda ise, bütün yönleriyle mahzâ israftır.

Tesettür, bir kişilik, kimlik ve âidiyetin sembolü; moda ise, özenti ve egoizmin ürünüdür.


Dikkat etmek lâzımdır ki; kalıplar birbirine benzeyedurunca, kalpler de birbirine benziyor ve rahmet peygamberi Efendimiz;  “kim bir kavme benzerse, o onlardandır” buyuruyor…
Ebû Dâvûd, Libâs: 4

Bir fikri, bir şekli, bir davranış biçimini, getirisine / götürüsüne bakmadan taklîd edenler; bilgi, inanç ve şahsiyet kalitesi bakımından zayıf olan kimselerdir.

Böyle bir piyasada, kadın “ten / beden” olarak öne sürülmüş, erkek ise ona bakan “bir çift göz” olarak karşısına çıkarılmıştır. Akıl ve irâde iflâs etmiş, his ve hevesler egemen kılınmıştır.

Günümüz kadınlarının, genç kızlarının tavrını, Nûr ve Ahzâb sûrelerindeki âyetler değil, modacıların tarzı belirlemektedir.

Moda denen sektör, günümüz gençleri üzerinde öylesine etkili izler bırakmış ki; gençler, her bir tarafı yırtık, sökük, parçalanmış, delinmiş, iplik iplik dökülen bir pantolonu kendisine yakıştırabiliyor ve bunu “giyim tarzı” olarak belirleyip tercîh edebiliyor…

Hanımlar, cadde ve sokaklarda, Pazar yerlerinde, alışveriş merkezlerinde, insanın olduğu her yerde…

“Güzel, çekici görünmek” için verdikleri pozları “güzel giyinmek, hicâbı kuşanmak” için vermiyorlar.

Giyim kuşamlarıyla, moda ve tarzlarıyla kendilerine şehevî nazarlarla bakan gençlerin kararan rûh ve gönül dünyalarının âkıbetini düşünmeksizin nefislerini tatmîne çalışan moda ve çıplaklık pazarı, neslin korunması düşüncesinin temelini dinamitliyor…

Nasıl bir filmi, diziyi önce çekiyor, sonra dönüp onu zevkle, heyecanla, korkuyla, stresle, gerilim halinde, güle-oynaya izliyorsak…

Aynen öyle;

İlâhî kameralar da, en küçük bir ayrıntıyı kaçırmadan, atlamadan, görmezden gelmeden filmimizi çekiyor ve bizler büyük filmi yarın belki de henüz daha dünyada îcâd edilemeyen büyüklükte dev ekranlarda önümüzde seyredeceğiz..!

Ve bizim adımıza çekilen filmimizin, kamera arkası çekim hatâları da gizlenmeyecek..!

Umûdumuz, duâmız, arzûmuz, Rabbimizden niyâzımız odur ki; o gün filmimizi izleyecek yüzümüz, hicâbımız, cesâretimiz olsun..!


✍️

09 / 06 / 2019 Pazar

Şeref İŞLEYEN