YAŞAM

Çocuklar İçin Ders Niteliğinde 3 Masal Örneği

Üç masal, üç büyük ders: Anadolu'nun unutulmaz anlatılarından Kurnaz Kurt, Yusufçuk Kardeşler ve Dürüstlük Ağacı ile dürüstlük, paylaşma ve kardeşlik değerleri masalsı bir dille yeniden hayat buluyor.

Abone Ol

Anadolu'nun derinliklerinden gelen üç eski masal, çocuklara ve büyüklere hayatın temel değerlerini hatırlatıyor. Her biri ayrı bir köyde anlatılsa da bu masallar, dürüstlük, kardeşlik ve açgözlülüğün sonuçları gibi evrensel mesajlarıyla dikkat çekiyor. İşte Çocuğunuza anlatabileceğiniz derslerle dolu 3 masal örneği;

1. Kurnaz Kurt Masalı

Bir varmış bir yokmuş, Evvel zaman içinde şu bizim Çin’de. Develer tellâl, pireler berber iken, ben anamın anasının beşiğini tıngır mıngır sallar iken, Kalbur elek, kambur felek üstüne söz ederken. Ulu mu ulu, yüce mi yüce bir dağ varmış. Ama ne dağ ne dağmış. Dağ mı desem bağ mı desem diye gören şaşarmış. Doruğuna bakan dağ, eklerindeki bağlara bakan bağ dermiş.

İşte bu dağın yüce doruklarında bir kurt belirmiş. Kurt da kurtmuş hani. Canavar gözlü, kalın enseli, ziyankâr mı ziyankâr bir yaratıkmış. Gece düze iner, köye girermiş. Köyün keçi, at, eşek Allah ne verdiyse yermiş.
Har vuranın harman savuranın hesabı köyün alikıranı kesilmiş. Köylüler, bakmışlar ki, olacak gibi değil; sarılmışlar silâha, koyulmuşlar  etekleri bağ yüce dağ yoluna. Az gitmişler uz gitmişler derken dağa gelip yedi koldan dağı taramaya koyulmuşlar.

Aman dememişler, uyku nedir bilmemişler, yedi gün yedi gece kurdu izlemişler. En sonunda kurdu görmüşler. Ama ne var ki, vuramamışlar. Bu sefer yedi kolda yedi tuzak kurmuşlar. En sonunda kurnaz kurdu tutup köy odasına getirmişler. Köy odası bir âlemdir. Orada kanun köyün gelenekleri ile töresidir. Kanun demek dayak demektir. Bunları bilen kurt odadakilerden korkmuş. Odadakilerde kurttan korkmuşlar.

Dayak yerine sorgu sual etmişler. Bire kurt demişler, hayvanlarımızı niçin yiyorsun? Yazık değil mi fakir fukaraya? Kurt önce susmuş, sonrada soruya şöyle karşılık vermiş. “Ben bir kurdum. Bende de can var. Sizin gıdanız ekmek ise benimkisi de et.
Hayvanlarınızı yemeyeyim de ne yiyeyim? İstiyorsanız hayvanlarınızın kurtulmasını, getirirsiniz her gün bir kilo et bana, O zaman yemem hayvanlarınızı.” Köylüler çaresiz peki demişler, kurdu dağa koyvermişler. Bir yuva yapmışlar köylüler kurda. Sıraya koymuşlar kendilerini. Sırası gelen eti götürür kurdu beslermiş. Ne var ki, günler günleri, haftalar haftaları kovalamış derken, akan zaman içinde köyün hayvanları bitmeye ramak kalmış. Bakmışlar ki, olacak gibi değil; vazgeçmişler et götürmekten köylüler.

Kurt yuvasında bir gün iki gün derken sabırla beklemiş, köylülerin et getirmelerini. Bakmış ki, ne gelen var ne giden gözleri kararmış açlıktan, kulakları düşmüş yere. Gözlerinde bir kin, bin öfke. Kalkmış yerinden kurt, yavaş yavaş inmiş düze. Bakmış ki, bir eşekle sıpası otluyor düzde. Eşekten bir kilo, sıpasından yarım kilo kararlayıp yemiş.
Gerisin geriye dönüp yuvasına girmiş. Akşam olmuş, eşek, sıpası ile eve geri gelmiş. Attığı nara ile dağı taşı inletmiş. Kurttan ağlaşmış, sahibinin yüreği dağlanmış. En sonunda sahibi soluğu köy odasında almış. Toplanmış köylüler, koyulmuşlar yola. Kurdu tutup getirmişler tekrar köy odasına Eeee…
Demişler söyle bakalım:
“Niçin yedin eşek ile sıpasını?”
Kurt kaldırmış başını, vermiş karşılığını.
“Et getirmezseniz yerim bile danasını.”
İyi ama demiş köylüler:
“Bak köyde hiç hayvan kalmadı. Ne çift sürecek, ne de güdülecek hayvan, bizler ne
ederiz bu zaman.”
“Ben anlamam demiş kurt. Yoksa sizi de yerim.”
İşte o zaman olan olmuş, odadakiler bir iyice korkmuş. Bir çift söz etmeden, yan gözle
bile kurda bakmadan dışarı çıkmışlar.
Kurt kahkahayı basmış.

2. Yusufçuk Masalı

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Orta halli zengin, ne fakir bir köylünün bir kızı ve bir de oğlu varmış. Çocukların ikisi de çok sevimli şeylermiş. İki kardeş analarının hazırladığı azığı bellerine bağlar, düşerlermiş koyunların ardına. Koyunları gütmek için her gün ayrı yönlere giderlermiş. İki kardeş birbirlerini çok sever, birbirlerini hiç incitmezlermiş. Babaları oldukça kaba bir adammış, Çabuk sinirlenir, çocuklar en küçük bir kusur işleseler, eşek sudan gelinceye kadar çocuklara sopa atarmış.

Günlerden yine bir gün iki küçük kardeş koyunlarını köyden çok uzak bir yerde otlatıyorlarmış. Öğle zamanı, gelince, analarının yaptığı katmeri yiyip başında oturdukları pınardan buz gibi suyu içtikten sonra kızcağızın uykusu gelmiş.
“Yusuf”, demiş kardeşine. Benim çok uykum var. Azıcık yatayım mı?

“Olur demiş Yusuf. Uzanıvermiş kabaardıcın koca gölgesine. Uzanması ile uyuması da bir olmuş. Yusuf küçük çakısı ile yeni bir sipsi yapmaya uğraşıyormuş. Yapmaya çalıştığı sipsi iyi ses vermeyince Yusuf kargı aramaya çıkmış. Kardeşi ve koyunlardan uzak bir yerde kargıları bulmuş, fakat aradan da bir hayli zaman geçmiş.
Yeni yaptığı sipsisini neşeli neşeli çalarak kardeşinin yanına dönen Yusuf, ne görse beğenirsiniz? Koyunların yerinde yeller esiyor. Hemen kız kardeşini uyandırmış. İki, kardeş başlamışlar koyunları aramaya.
Nereye gittilerse koyunları bulamamışlar. Hava kararmaya başlayınca, koyunları bulmaktan iyice umutları kesilmiş. Yüksek bir kayanın üzerine oturup, başlamışlar ağlamaya. Koyunları bulmadan eve dönelerse babaları onlara neler yapmaz ki?
İki kardeş düşünüp taşınmışlar ve ellerini açarak Allah’a şöyle dua etmişler.

“- Ey Büyük Allahım, bizi iki kuş yapın da, hem babamızın dayağından kurtulalım, hem de koyunlarımızı arayalım. Tam dualar, bitince Allah onların bu dualarını kabul edip ikisini de birer kuş yapıvermiş. Halk da bu kuşlara Yusufçuk ismini vermiş. İşte Yusufçuk, kış gecelerinde öten, birbirine seslenen bu iki kardeştir. O gün bu gün, iki kardeş bazen koyunları arar dururlarmış.

– Yusuf, koyunları buldun mu? Bulamadım, sen buldun mu? Bu masalımızda burada bitti.
Bilmeniz gerekenler;

Yusufçuk kuşu nedir? Yusufçuk kuşu anadolu’da kumru kuşlarına verilen bir addır. Bir rivayete göre yusufçuk kuşları, h.z yusuf peygamber kuyuya düştüğü zaman ona yardım etmişler ve bu arkadaşlıkları dolayısıyla halk tarafından onlara yusufçuk adı verilmiştir.

Sipsi nedir? Sipsi daha çok ege yöresinde kamışta yapılan bir üflemeli çalgıdır. Eski zamanlarda çobanlar koyunların başında beklemekten sıkılınca ellerindeki kamışlardan böyle bir çalgı icat etmişler. Daha sonra bu çalgı yöresel bir müzik aleti olmuş.

3. Dürüstlük Ağacı

Bir zamanlar, güzel bir köyde, Ahmet adında küçük bir çocuk yaşardı. Ahmet, oldukça meraklı ve zeki bir çocuktu, ama bazen küçük yalanlar söylemeyi alışkanlık haline getirmişti. Bir gün, köydeki yaşlı bilge ona, “Dürüst olmanın değeri çok büyüktür. Eğer doğruyu söylersen, hayatın tıpkı bir ağaç gibi büyür,” demişti. Ahmet, bilgenin bu sözlerini pek anlamamış, ama kafasına takmıştı.

Bir sabah Ahmet, köyün dışında dolaşırken, parlak yaprakları olan tuhaf bir ağaç buldu. Bu ağacın yanında bir tabela duruyordu: “Dürüstlük Ağacı – Yalnızca kalpten gelen doğrularla büyür.” Ahmet, ağaca hayranlıkla baktı. Tam o sırada, ağacın dalları birer birer dökülmeye başladı. Ahmet, bunun neden olduğunu merak etti ve sessizce düşündü.

Ahmet, son günlerde annesine ve babasına küçük yalanlar söylemişti. Yalanları fark edilmediği için üzerinde durmamıştı. Ama Dürüstlük Ağacı’nın dalları dökülmeye devam ediyordu. Ahmet, içten bir şekilde doğruları söylemeye karar verdi ve eve gidip annesine, babasına ve arkadaşlarına dürüstçe davranmaya başladı. Ne zaman doğru bir şey söylese, ağacın yanında bir filiz beliriyor ve dalları tekrar yeşermeye başlıyordu.

Bir süre sonra Ahmet, dürüst olmanın sadece bir erdem değil, aynı zamanda herkesin mutluluğunu artıran bir şey olduğunu anladı. Her dürüst davranışı, Dürüstlük Ağacı’nın büyümesine ve köklerinin daha da derinleşmesine neden oluyordu. Ahmet artık biliyordu ki, doğruyu söylemek hayatın en değerli hazinesiydi.

O günden sonra, Ahmet köyde herkesin sevdiği, güvenilir bir çocuk olarak anıldı. Çünkü artık yalnızca dürüstlüğün değerini bilen biri değil, dürüstlüğün hayatı nasıl güzelleştirdiğini gören biriydi. Dürüstlük Ağacı ise her geçen gün daha da büyüdü ve köydeki herkes onun gölgesinde huzurla oturdu.