Bugün Topkapı Sarayı’nda sergilenen, çevresi çift sıra 49 pırlanta ile bezeli Kaşıkçı Elması, sadece ihtişamı ile değil, geçmişiyle de büyülüyor. Ancak bu elmasın hikâyesi, saraylardan çok uzak, İstanbul’un çöplüklerinde başlıyor.
1699 yılında, İstanbul'un Eğrikapı semtindeki çöplükte dolaşan bir adam, parlak ve iri bir taşı fark eder. Ne olduğu hakkında bir fikri olmayan bu adam, taşı bir yaymacıya verir. Yaymacı da taşı, sadece üç tahta kaşık karşılığında bir kaşıkçıya satar. Elmasın adı da işte buradan gelir: Kaşıkçı Elması.
Kaşıkçı, taşı bir kuyumcuya 10 akçeye satar. Ancak kuyumcu taşı başka bir kuyumcuya gösterince, olayların seyri değişir. Taşın çok değerli bir elmas olduğu anlaşılır. Ortaklık teklifleri, sus payı talepleri ve kısa sürede başlayan kavgalar, meseleyi dönemin Kuyumcubaşısına kadar taşır. Kuyumcubaşı, taşı her iki tarafa da birer kese akçe vererek alır. Ama bu da yetmez... Olay Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa'nın kulağına gider. Tam elması almak üzereyken, duruma Padişah Dördüncü Mehmet el koyar. Hatt-ı Hümayun çıkar ve elmas saraya getirilir.
Saray elmas tıraşları tarafından özenle işlenen taş, sonunda 48 karatlık devasa bir elmasa dönüşür. Kaşıkçı Elması'nın yıldızı artık parlamaktadır. Elması ortaya çıkaran Kuyumcubaşı ise ödüllendirilerek Kapıcıbaşı unvanına yükseltilir.
Bugün her yıl binlerce yerli ve yabancı ziyaretçinin önünde hayranlıkla seyrettiği bu nadide parça, tarihin tozlu çöplüğünden bir define gibi çıkarılmıştır. Ancak asıl gizemli soru şudur: Bu paha biçilemez taş, oraya nasıl düştü? Kimlerin cebindeydi, hangi sırların ortasında el değiştirdi, neden unutuldu?
Tarih susar, ama elmas konuşur. Ve Kaşıkçı Elması, İstanbul’un kalbinde hâlâ parlamaya devam ediyor...





