Britanya, yüzeyinde yeşil düzlüklerin uzandığı, devasa falezlerin denize meydan okuduğu ve yağmurların eksik olmadığı bir ada... Ancak tarih boyunca, bu topraklar sadece doğal güzellikleriyle değil, aynı zamanda stratejik konumuyla da dikkatleri üzerine çekti. Kıta Avrupası ile sürekli etkileşim halinde olan ada, zaman içinde bir dizi fetih ve istilaya sahne oldu.
Milattan önce 55 yılında Roma Generali Jül Sezar, Britanya'ya ayak basarak bölgeyi dünya sahnesine taşıyan ilk işgal hareketini başlattı. Ancak kalıcı bir Roma egemenliği, ancak milattan sonra 43 yılında İmparator Claudius'un düzenlediği seferlerle mümkün oldu. Böylece Britanya, Roma'nın bir eyaleti haline geldi ve Romalılar, adada kalıcı bir yönetim kurdu.
Ancak 4. yüzyılın sonlarına doğru Roma, Germen kabilelerinin baskısı altında çöküş sürecine girdi. 410 yılında Roma birliklerinin adadan tamamen çekilmesiyle birlikte Britonlar, kendi kaderlerini tayin etmek zorunda kaldı. Bu boşluğu fark eden Angıllar, Saksonlar ve Jutlar, adaya akın etmeye başladı.
Anglosakson istilası, adanın kültürel ve politik yapısını kökten değiştirdi. Saksonlar, güneyde Wessex, Essex ve Sussex krallıklarını; Angıllar ise orta ve kuzeyde Mercia ve Northumbria krallıklarını kurarak Britanya'yı bölge bölge yönetmeye başladı. Ancak bu bölünmüşlük, adayı Viking istilalarına karşı savunmasız hale getirdi.
İşte bu noktada sahneye Wessex Kralı Alfred çıktı. Viking tehdidine karşı kararlı bir direniş sergileyen Alfred, sürekli yağmalarla kırılgan hale gelen Anglosaksonları birleştirerek merkezi bir yönetim oluşturma fikrini ortaya attı. Onun stratejik ve siyasi dehası, torunu Aethelstan'ın döneminde ilk kez "İngiltere Kralı" unvanının kullanılmasını sağladı.
Alfred’in öncülüğünde birleşen Anglosaksonlar, adaya kalıcı bir düzeni getirdi ve böylece İngiltere’nin temelleri atılmış oldu. Bugün hala Alfred, İngiltere tarihinin en önemli liderlerinden biri olarak anılmaya devam ediyor.