1900’lü yılların başında fuarların ve sirkin yıldızlarından biri, hiç kuşkusuz Felix Wehrle’ydi. Ancak onu izleyenleri büyüleyen şey, ateş yutması ya da halat çekme gibi klasik gösteriler değildi. Wehrle’nin “mucizesi”, vücudundaki cildi birkaç santimetre esnetebilmesiydi. Yanaklarından, boynundan ya da göğsünden derisini neredeyse lastik gibi çekebiliyor, bunu yaparken en ufak bir acı bile hissetmiyordu.
İzleyenler için bu, doğanın bir oyunu ya da bir çeşit sihir gibiydi. İnsanlar onun gösterilerini hayretle izliyor, bazen gülüyor bazen dehşete kapılıyordu. Fakat kimse onun bedelini düşünüyor muydu?
Bugün tıbbın geldiği nokta sayesinde artık biliyoruz ki Felix Wehrle’nin bu “sıradışı yeteneği”, büyük olasılıkla bir hastalığın, Ehlers-Danlos Sendromu’nun bir belirtisiydi. Bu nadir bağ doku hastalığı, cildin olağandışı şekilde esnek olmasına ve eklemlerin aşırı hareketli olmasına neden oluyor. Günümüzde tanısı konabilen bu sendrom, o dönemde bilinmiyordu. Wehrle gibi hastalar ise tıp kitaplarına değil, sirklere ve panayırlara yazılıyordu.
Wehrle’nin sahne ışıkları altında geçen hayatı, yalnızca bir gösteriden ibaret değildi. Her ne kadar o zamanlar “doğanın mucizesi” olarak lanse edilse de, bu durumun psikolojik ve fiziksel yükünü ne denli taşıdığı ise bilinmiyor.
Felix Wehrle, sadece bir dönemin eğlence anlayışını değil, aynı zamanda toplumun “farklı” olanı nasıl algıladığını da gözler önüne seriyor. Onun hikayesi; tıbbın, toplumun ve insani farkındalığın zamanla nasıl evrildiğinin acı tatlı bir kanıtı.





