M.Ö. 7. yüzyılın Mezopotamya’sında, görünmeyen tehlikeler kapıdaydı. Ve o kapıları bekleyen biri vardı: Ugallu.
Bugün Irak sınırları içerisinde kalan, antik dünyanın en büyük şehirlerinden biri olan Ninova’da, binlerce yıl önce tuğla duvarlara işlenen, tapınak girişlerine yerleştirilen ve saray eşiğine oturtulan bir figür vardı. Adı Ugallu’ydu. Anlamı: “Büyük Aslan.” Ama o yalnızca bir hayvan değil, geçmişin derinliklerinden gelen bir koruyucuydu.
Ugallu; insanın zekâsını, aslanın gücünü ve tanrıların iradesini bir araya getiren eşsiz bir figürdü. Kafası sakallı bir adam gibi, vücudu ise güçlü bir aslan gibiydi. Elleriyle kutsal bir nesne tutar ya da dua eden bir duruşla betimlenirdi. Bu duruş, onun yalnızca savaşçı değil, aynı zamanda bir şifacı, bir arındırıcı ve belki de bir arabulucu olduğunu anlatıyordu.
Görünmeyen Tehlikeler İçin Görünen Semboller
Eski Mezopotamya halkı için dünya, görünmez varlıklarla doluydu. Hastalıklar, felaketler, kötü şans—bunların hiçbiri tesadüf değildi. İnsanlar bunları, cinler ve şeytani güçler gibi görünmeyen varlıkların işi olarak görürdü. İşte Ugallu, bu tehditlere karşı konulan bir “manevi güvenlik sistemi”ydi. Kapılara yerleştirilen heykelleri, evlerin içine gömülen kabartmaları, kötülüğün eşiğe ulaşmadan geri çevrilmesi içindi.
Bir anlamda, Ugallu bir “eşik muhafızıydı.” Sadece fiziksel bir sınırı değil, bilinç ile bilinçdışı, dünyevi ile kutsal, güvenlik ile kaos arasındaki geçişi koruyordu.
Korkunun Heykele Dönüşmüş Hâli
Arkeologlar, çeşitli kazılarda Ugallu tasvirlerinin yalnızca saray ve tapınaklarda değil, sıradan evlerde de kullanıldığını ortaya çıkardı. Bazı kabartmaların evlerin iç duvarlarına yerleştirildiği, hatta çocuk odalarına bile konduğu tespit edildi. Amaç açıktı: Hastalık, uykuya sızan kabuslar ve uğursuz ruhlar kapının dışında kalsın.
Ugallu, aynı zamanda bir uyarıydı. Onu görenler, sınırı geçtiklerinin farkına varmalıydı. Belki de bu nedenle, dua eden ya da silah tutan haliyle tasvir edilirdi: Hem içeri girene şefkat, hem de kötülük taşıyana tehdit sunan çifte mesaj…
Sümer’den Asur’a Uzanan Bir Koruyucu Gelenek
Ugallu’nun kökeni yalnızca Asur ya da Babil dönemine ait değil. Daha da geriye, Sümer mitolojisine kadar uzanıyor. Orada da aslan, boğa ve insan figürlerinin karışımı olan yaratıklar dikkat çeker. Bu varlıklar sadece savaş ve savunmayla değil; bereket, sağlık ve ruhsal arınmayla da ilişkilendirilirdi.
Bu çok katmanlı anlam, Ugallu’nun salt bir korku figürü değil, aynı zamanda umudun ve direnişin de sembolü olduğunu gösteriyor. İnsan, bilinmezlikle mücadele ederken hem dua eder hem silah kuşanır—tıpkı Ugallu gibi.
Zamanın Sessiz Tanığı
Bugün bu figürler, müzelerde aşınmış taşlar ve kırık kabartmalar olarak sergileniyor olabilir. Ama belki de hâlâ bir şey anlatıyorlar. O kırık taşların arasında; insanlığın ortak korkuları, içgüdüleri ve hayal gücü gizli.
Belki de Ugallu, sadece o günün kapılarını değil, zamanın geçişini de bekliyor. Geçmişin bilinmeyen korkuları ile bugünün görünmez endişeleri arasında sessiz bir köprü kuruyor. Her şey değişti ama kaygılarımız hâlâ benzer: Kötülük nereden gelir, nasıl durdurulur?
Ugallu bu sorulara bir yanıt değil, bir duruştur. Belki de sadece hatırlanmaya çalışıyordur. Belki hâlâ görünmeyen bir savaşta nöbette bekliyordur.
Ve kim bilir, belki de bir gün, yine bir kapının eşiğinde karşımıza çıkacaktır…





