ÇÖKÜŞÜNÜZ YAKIN…

Yaptığı katliamları “”dünya barışı” gibi söylemlerle kutsallaştırarak, kendisini günahlarından arındırdığını düşünen bir Amerika… Devleti halkına karşı putlaştıran, susturulan vicdanların, robotlaşan insanların cirit attığı bir Amerika…

Dünya üzerinde her geçen gün saldırı alanlarını genişletip dünyanın ve kendi halkının gözünde yaptıklarını faziletli, erdemli insanlar gibi idealize ederek, katliamlardan, işgallerden sağ kurtulan mazlumların, patlamamış mayınlardan uzak durmaya çalışanların dramlarını demokrasi adı altında yaptığı Hollywood filmleri ile dış dünyaya pazarlayan Amerika…

Mağdur ve mazlumların sessiz iniltileri, insan haklarının ayaklar altına alınışı, tacizler, tahkirler, işkenceler ve gözyaşları üzerine kurulan saltanatın merkezi Amerika…

11 Eylül saldırısından sonra koro halinde, biz öylesine iyiyiz ki, kim bizim kötülüğümüzü istemiş olabilir? Diyerek hem dünya kamuoyunun hem kendi halkının beynini yıkamak için azami gayret sarf eden Amerikan yönetimine hem dünyanın hem Amerikan halkının sorması gereken o kadar çok soru var ki.

11 Eylül saldırısından sonra kürsüye çıkan G.W. Bush konuşmasına şöyle başlıyordu; “we are so good”…(biz öylesine iyiyiz ki, kim bizim kötülüğümüzü istemiş olabilir?) Yani birisi, iyiliğin ta kendisi olan ABD’ nin kötülüğünü istedi ise, o ancak kötülüğün ta kendisidir. O zaman ya bizden yanasınız, ya da bize karşısınız diyordu.

Karteksinde o kadar çok düşman var ki. Çek bir tanesini ilan et düşmanını ve bin tepesine… Talan et tüm kaynaklarını adına da demokrasi ve dünya barışı de.

İyi oldukları o kadar açık ve ortadaki, yüksek korku ve tehdit algılamaları, oluşturdukları politik entrika zeminleri, uygulamaya koydukları katliam planları, Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in arkasında hazır kıta duruşları ne kadar iyi olduklarını göstermesi açısından manidardır.

Amerika ve İsrail’in korku politikalarındaki, iç ve dış düşman algılamalarındaki paralellik, kendilerinin seçilmiş uluslar olduklarına dair güçlü vehimleri sistemli bir çalışmanın ürünüdür. Tehdit algılarını sürekli yüksek tutarak yayılmacı politikalarına böylece meşruiyet kazandırmaktadırlar.

Kendisi dışındaki tehditlere sağır ve dilsiz olan, sağır ve dilsiz olmaktan öte teröre destek veren, mali kaynak sağlayan bir ülkenin terörle mücadele ettiğine, insanlığın barışı adına katkı sağlamaya devam edeceğine dair sözlerinin artık pazar bulamadığı bir Amerika…

Kendi halkını, çok özel ve seçilmiş bir halk olduğu teraneleri ile uyutmaya çalışarak, resmi ideolojiyi halkın kafasına külah gibi geçirip inandırıcılığını sağlamaya çalışan Amerikan Yönetimi bir yönü ile de kendisini yok edecek bir başkaldırının tohumlarını ekmiştir.

Öyle olmasa idi, Türkiye’nin kırkta biri kadar yüzölçüme sahip, deve eşek misali Amerika’ya yol gösteren İsrail’in bu cüretkâr tavrının arkasındaki kader birliğini anlamamak safdillikten başka bir şey olmaz.

Tel Aviv’in Belediye Başkanlığını yapmış olan General Shlomo Lohat’ın, Filistinlileri tabi ki öldürmek zorundayız, ta ki burada köle olarak yaşamaya razı olsunlar, sözlerinin iki ülke çıkarları ile örtüştüğünü söylemek yanlış olmaz.

Şimdi ise sosyal medya üzerinden akıllı füzeleri gönderiyorum hazır ol Rusya gibi hiç ciddiye alınmayacak tehditler Amerika’nın artık ne kadar aciz duruma düştüğünü göstermesi açısından son derce önemlidir. Zira Türkiye, Rusya ve İran artık Ortadoğu’da dengeleri koruyacak oldu bittiye müsaade etmeyecek üçlü konumundadır.

Öyle görünüyor ki, süper güç olmayı “kader” gibi gören Amerika ve onun küçük ortağı İsrail’in planları, Yeni Dünya Düzeninde ters-yüz oluyor.