“İnsan insana muhtaçtır…”

            Bu hakikatin en güzel ifadesi, “yalnızlık Allâh’a mahsustur” deyiminde bulur kendisini…

            Sosyal bir varlık olan insan, kendisini toplum dışına itemez. İterse, sorumluluktan kaçmış ve yalnızlaşmış olur çünkü… Allah (c.c.) önce Âdem (a.s)’ı yarattı, sonra Havvâ anamızı yarattı. Âdem Havvâ’ya, Havvâ Âdem’e muhtaç idi. Hayatın hayrı ve huzuru bu iştirakten geçiyordu çünkü… Zaten insan kelimesinin sözlük anlamında da “ünsiyet” geçmiyor mu? İnsan, insan olma hassâsını korudukça ülfet ve ünsiyet devam edecek, insanlıktan koptukça, nefret ve husumet galebe çalacaktı… Kardeşlikten nefret üreten Kâbil bunun en açık örneği değil miydi?

            İnsan önce Yaratıcısını dost edinecek, sonra Allâh’ın dostluğuna ilham verdiklerini dost edinecek, gücüne güç, gönlüne sürur katacak ve hayatını salimen sürdürebilecektir.

            “Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.” (Yûnus, 62)

            Allâh’a dost olmanın güvencesi ile yola çıkanlar, kendi aralarında da dostluk kuracaklardır. Çünkü Allâh’a dost olmak, Allâh’ın dostlarına da dost olmayı zorunlu kılıyor. Başka türlü, gerçek manada kulluk yürüyüşü mümkün görünmüyor çünkü… Topluca bir rûh ile aynı denge ve dâvâ etrafında buluşmadan, şeytan ve dostlarıyla olan mücadelede kolay yol alınamıyor.

            İslâmın tarihi, hakiki dostlukların ve dostluk nasıl anlaşılmalıdır sorusunun örnekleriyle doludur. Akabe’de Resûlullah ile beraberlik için dostluk sözleşmesine imza koyanlar, ölüme ve çağlara meydan okuyorlardı. Hicret gecesi yatağa uzanan Hz. Ali’de hiçbir tedirginlik ve tereddüt emâresi yoktu zira dostluğun yüce hatırı vardı. Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk’in sadâkati, melekleri bile imrendirecek büyüklükte idi.

            Havârî olmanın, ensâr olmanın, Rabbâniler olmanın bu günki Türkçe karşılığı “dostluk” tur. Sadakattir… İnsanlığın en soylu damarı, dostluk ve vefâdır. "Allâh'ın arşının gölgesinde gölgelenmek" ancak bu yolla mümkündür. "Birbirimizi sevmedikçe, gerçek mânâda iman etmiş olamayacağımıza" göre, dostluk aynı zamanda bir akîde-inanç meselesidir.

            Bugün bize, günahtan günaha sürüklendiğimizde "dur" diyecek; elleriyle, dilleriyle, kalpleriyle münkerle aramıza siper olacak dostlar lâzım... Ekmek gibi, su gibi... İşte ilâhî öğreti:

            "Allâh'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allâh'a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allâh, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allâh onlardan razı olmuş, onlar da Allâh'tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allâh'ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allâh'ın tarafında olanlardır." (Mücâdele, 22)

            Yeryüzünün salâhı, beşeriyetin felâhı için böylesi bir dostluk iklimine ihtiyacımız vardır. Fesâdın kökünü kurutmak, fitnenin önünü almak, velâyet ve uhuvvet bağlarını pekiştirmekle mümkün olacaktır. “Kâfir olanlar da birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz onu (Allah'ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.” (Enfâl, 73)

            Çürüyen toplumlara yeni bir rûh aşılayacak olanlar, Rabbimizin istediği gerçek dostluğun gereklerini yerine getirenler olacaktır. Muhkem ve meşru ölçüler içerisinde dostluk… Çıkarlara, kurallara bağlı olmayan, kalıcı ve köklü dostluklar inşâ edebilmeliyiz.

            Ruhlarımıza sinmiş, korku, tasa, evhâm ve endişeleri nasıl izâle edeceğiz? Üzerimize sinen miskinliği, atâleti, tembelliği nasıl üzerimizden atacağız? Fırtınalı zamanlarda nasıl tedbir alacak, hangi limana demir atacağız? Hesabını iyi yapabilen ve uygulayabilen bir dostluk…

            Kardeşler arasında güven tesis ettirmiş bir dostluk… Dostu, övse de, sövse de zedelenmeyecek, hemen yanlış anlamayacak, zanla hareket etmeyecek, herkes itse o sahiplenecek, herkes yuhalarken o bize “gel” demesini bilecek bir dostluk… Sırtımızı yaslayabileceğimiz, “kurşunla kaynatılmış bir duvar misali” köklü ve sağlam bir dostluk… Pazarlıksız, önyargısız, kuralsız, sınırsız gerçek dostluklar…

            “âh nerede o eski dostluklar?” derken, bize ne oldu da eskilere özenir olduk? Ne eksiğimiz var ki eskiyi arar olduk? Şimdi imkânlar fazla, dostluklar zayıf… Önceden evlerimiz dar, gönüllerimiz genişti, şimdi gönüllerimiz dar, evlerimiz geniş… Kimse kimseyi tanımaz, aramaz, sormaz, ilgilenmez oldu… Bize ne oldu? Misafire tahammülümüz kalmamış, yadırgar olmuşuz. Beğenmediğimiz Batı’nın bâtıl olan neyi varsa fit olmuşuz haberimiz yok!

            Dostlukla damıtılmamış bütün ilişkiler haramdır. Kardeşlik harcıyla yoğrulmamış bütün yapılar yavandır, zayıftır.

            “Yazık bana! Keşke falancayı (bâtıl yolcusunu) dost edinmeseydim!

Çünkü zikir (Kur'an) bana gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı. Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yüzüstü bırakıp rezil rüsvay eder.” (Furkân, 28-29) diyeceğimiz günler çok yakındır. Rasûlullâh (s.a.v.) buyurmuyor mu: “Kişi dostunun dini üzeredir” diye… Dostluklar hâin, dostluklar defolu, ortalık dalkavuk dolu… Herkes birilerinin sırtında yükselecek fırsatları kollama derdinde… Irklar, nesepler, soy-sop kavgaları dostlukların fevkinde… Müslüman Müslümana düşman, dünyada Müslüman coğrafyaları kan revân… Acı üstüne acı, ziyan üstüne ziyân, hüsrân üstüne hüsrân… Dostluklar dumura uğramış, inançlar üryân… Medet et Rabbimiz, el emân!

            Dostluğun olmazsa olmazı imandır. Zayıf imanlı dostluklar sakıncalı, imansız dostluklar ise pek yaman (acı) dır. Allâh’ın rızasının gözetilmediği her yerde yapılanlar emniyetsiz ve güdüktür. Şimdi dostlukları ayağa kaldırmanın vaktidir.

            Dostluğumuzu çalan birileri mi var?

            “Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir.” (Tevbe, 71)

Şeref İŞLEYEN