Geçtiğimiz günlerde Almanya’nın bir eyaletinde Aleviliğin ayrı bir din gibi kabul edilmesine büyük tepkiler geldi.

Başta bazı Alevi dernek ve federasyonları olmak üzere birçok kurum ve kuruluş, Aleviliğin ayrı bir din değil, İslam’ın içinde bir yol olduğunu ifade ettiler.

Evet, doğrusu da budur: Alevilik İslam’ın içinde özgün bir yorum, geleneksel ifadesiyle Hak- Muhammed-Ali yoludur.

Bu yolun temeli yüzlerce yıl öncesinden Anadolu’da Hacı Bektaş-ı Veli’nin mayasıyla çalınmış, ulu ozanların nefesleriyle günümüze kadar gelmiştir.

İşte onlardan küçük bir örnek;

“Muhammed dinidir bizim dinimiz,

Tarikat altından geçer yolumuz,

Cibril-i Emin’dir hem rehberimiz,

Biz müminiz mürşidimiz Ali’dir.”

Bu dizeleri söyleyen Alevilikte 7 ulu ozan olarak bilinen ve çok sevilen Pir Sultan Abdal’dan başkası değildir.

Bunun gibi daha yüzlerce örnek vererek Aleviliğin ayrı bir din değil, tam tersine ana gövdesini İslam’dan alan, içerisine tasavvufi-mistik renkleri de katmak suretiyle Anadolu’da hatta Orta Asya ve Balkanlarda yüzlerce yıldır yaşayan bir yol olduğunu söyleyebiliriz.

Şimdi durum bu merkezdeyken, Avrupa diasporasının Aleviliği yeniden keşfetmesini ve İslam’dan ayrı bir dinmiş gibi sunarak bir yerlere servis etmesini nasıl yorumlayacağız?

Şunu hemen belirtelim ki Alevilerin meşru hak ve taleplerini savunmak ayrı bir şey, Alevileri ayrı bir dinin mensupları gibi göstererek devletten yardım istemek ayrı bir şeydir.

Bildiğimiz kadarıyla Avrupa’da özellikle Almanya’da ayrı din ve inanç mensuplarına, kendilerini ifade ve rüştlerini ispat ettikleri zaman yüklü miktarda maddi ve manevi destekler veriliyor.

Bu destek ve kabulleri aramaya çıkarken, öbür yandan milli ve manevi değerlere halel gelir diye düşünülüyor mu acaba?

Yoksa böyle düşünülmediği gibi, tam tarsine üzüm yemek değil bağcıyı dövmek istercesine zarar vermek mi hedefleniyor dersiniz?

Burada bir art niyet olduğunu diğer Alevi kurum ve kuruluşları da dile getiriyorlar.

Evet, haklar ve özgürlükler güzel, kulağa da hoş geliyor ama bunu kimden, ne adına aldığınız ve kimlerle dayanışma içinde olduğunuz çok önemli.

Bu anlamda Anadolu Aleviliği ana gövdeden asla kopmadı. Bazı haklarını alamasa da devletine küsmedi. İncinse de incitmedi.

Unutmayalım ki haklar ve özgürlükler birbirimizin elinde. Bu noktada birbirimizi ötekileştirmeden farlılıklarımızla beraber bir arada hareket edersek yol alabiliriz.

Dil ve üslup asla kutuplaştırıcı olmamalı; mazide olduğu gibi, hain oyunlara gelmeden kardeşçe yaşamaya devam etmeliyiz.

ÂşıkVeysel’imizin; “Kürt’ü Türk’ü ve Çerkez’i/ Hep Âdem’in oğlu, kızı/ Beraberce şehit, gazi/ Yanlış var mı ve neresi” dörtlüğünde olduğu gibi ‘ben’ değil, ‘biz’ bilinciyle hareket etmeliyiz.

Hani meşhur sarı öküz hikâyesinde anlatılan o hataya düşmeden, “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz” sırrınca birbirimize sarılmak zorundayız.

Bu gemide hepimiz aynı yolun yolcusu olduğumuzun bilinciyle gemiyi kimseye deldirmeden salimen limana ulaştırmak boynumuzun borcudur.

Bu limanda hep birlikte mutlu ve huzurluyuz. Lakin bu huzuru bize çok görenler var. Anlaşılan o ki su uyuyacak ama düşman uyumayacak.

Yazımızı merhum Cemal Safi’nin mısralarıyla bitirelim:

Gelin birlik olalım, yarın çok geç olmadan/ Gelin dirlik bulalım, vazgeçin öç almadan.

Nefreti yok edelim, gel sen de katıl bize/ İntikam eşkıyası sevgiyle gelir dize.

Yedi düvel elinden kim kurtardı bu yurdu/ Mehmetçik değil miydi, Laz’ı, Çerkez’i, Kürd’ü?

Hangimizin ecdadı feda olmadı yurda/ Hangi bahçeden bir gül solmadı bu uğurda?

Asırlardır dinmedi bir bölücü ninnisi/ Aynı dinden değil mi Alevisi, Sünnisi?

Bin kere lanet olsun Yezit denen deliye/ Muhabbetle bağlıyız Muhammed’e Ali’ye.

Geçin o sınıfları, geçin kardeşim geçin/ Barışta buluşalım mutlu Türkiye için.

Düşman sevindirmenin ne âlemi var şimdi/ Milletçe kenetlenip sarılmamız kâr şimdi.