Pek çoğumuz, yakınlarımızı, dostlarımızı görmek için bayramda, düğünde, bir festivalde onlara koşmuş, onları kucaklamışızdır.
 
Kucaklaşmış olduğumuz yakınlarımızın şahsında kendi geçmişimizi, birlikteliklerimizi, hatıralarımızı canlandırmış eski günleri elbette yad etmişizdir.  Bu hatırlayış, elbette içimizi huzur ile, doldurarak, bulunduğumuz ruh halinden, sıkıcı atmosferlerden uzaklaştırmıştır.
 
Yahut yıllar yılı görmediğiniz bir dostumuz, bir gün aniden karşımıza çıkmıştır. Onu görür görmez tarifi imkansız duygularla bezenmiş, içinizde rengarenk çiçekler açmıştır. Hatıralarımızı paylaştıkça, kırk elli yıl gerilere gitmiş, bir o kadar da gençleştiğimizi hissetmişizdir.
 
Bir düğünde, bir cenazede dostumuzun sevincini, acısını, paylaşmışızdır. Paylaştığımız duygular onların omuzlarındaki yükü, büyük ölçüde almış, sevincine tavan yaptırmıştır.
 
Uzaktan gelen bir hemşerimizi, bir dostunuzu görmek için uzun bir yolu kat etmiş, onu görmek için kilometrelerce yolu göze almışızdır. Nedir onu bu kadar cazip hale getiren, nedir onu bu kadar vazgeçilmez kılan?
 
Sahi bize bunu yaptıran nedir?
 
Zamanın geçiyor, dünya hayatında insanın tükeniyor olması.  Geçmişle geleceğin hiç bir zaman kesişmeyecek olması. Bu sıkıcı durum geçmişin güzelliklerini,  acı tatlı tüm hatıralarını hafızalarımızda saklamamızı gerektiriyor.
 
Her zamanın ve yaşın, her anın duygularının farklılıklar göstermesi de ayrı bir etken.
 
İnsan yaşadığı zamanı, yaşadığı mekanı asla ve asla unutmuyor. Bir televizyon programında izlediğimiz şehrimiz, mahallemiz, köyümüz bizi ne kadar mutlu ediyor?
 
Yıllardır görmediğimiz, sararmış, dantel dantel köşeleri kırılmış bir fotoğraf, bizi ne kadar mutlu ediyor? O fotoğrafın gerçek büyüsü nedir? Bizde canlanan, içimizi burkan, heyecanımızı artıran şey nedir?
 
O fotoğraflarda gördüğümüz, kişi, zaman veya mekan, elbette ki bizlerden bir şeyler taşıyor. Bizler bir yanımızı alıp, fotoğrafın bir kenarına koyabiliyoruz.  Zamanı hafızamızdaki zaman dilimine nakşedebiliyoruz. Eşleştirebiliyoruz. Yani zaman ve mekan bizim içimizdeki saatle bir uyum içerisine giriyor. Ve içselleşiyor. Kişisel hale geliyor.
 
Bunu yaşayabilmenin yolu, zamanı ve mekanı içselleştirmek ve kişiselleştirmektir. Bu da büyükleri ziyaret etmek onları hatırlamakla mümkün. Bunun içindir ki, memleketimizi ziyaret ediyor, orada kendimize ait şeyler buluyoruz.
 
Çocuklarımızın memlekete gelmek istememelerini anlıyorum.
 
Çocuklarımızın nesi vardır memleketlerinde? Çocukluğunu yaşayamadıysa, bir dostu olmadıysa, bir mekanda sevdiği birisi ile el ele tutuşarak gezemediyse, yaşadığı zamana bir anlam yükleyemediyse neyi vardır çocuğumuzun orada?
 
Anıt gibi bir ağacın altında, yaşlı dedesinden, ninesinden dinlediği hikayeler, okuduğu o yöreye ait kitaplar, kurduğu arkadaşlıklar, anılar, hoşça geçirdiği zamanlar yok ise, neyi vardır çocukları bağlayan? 
 
Sadece bir Plaka yetiyor mu insanlara? Hayır, belki daha fazlası yaşadıkları şehirlerde var. Rengarenk plakalar. O halde plakanın arkasında olması gerekenleri çocuklarımıza yaşatmak, bizlerin görevi değil mi? 
 
Memleket sevgisi, de orada başlıyor. Bizi çok uzaklardan bir mıknatıs gibi çekip getiriyor. İnsanların yüzüne bakarken, bir fotoğrafa bakar gibi yüzleri tahlil ediyor, zaman zaman ağaçlarla konuşma, kuşlarla hasbihal etme, imkanına kavuşturuyor. Bazen mezar taşlarında verilmiş bir hesabı total olarak görmek mümkün oluyor.
 
Arabamla çıktığım bir yurt dışı gezisinde aracımı park etmiş, uzun süre de yanına gelmemiştim. Döndüğüm vakit arabanın plakasını gören bir hemşerimin arabanın başında beklediğini görmüştüm. Tanıdık ta çıktı. Birilerine selam gönderdi.  Yıllar sonra geldiğinde selam gönderdiği yakınını bulamamıştı.
 
En son gördüğümde de “Hüve’l Baki” plakasının başında bekliyordu.