(1861-1923)

Aşçı İbrahim Dede, Hacı Fevzi Efendi ile beraber İstanbul’da kaldığı bu zamanlara dair şunları anlatır;

“Müşarünileyh Hacı Fevzi Efendimiz Hazretleriyle ve bazı ihvanın ziyaretlerine gidilmek arzu olunmuş ise de, şiddetli şitâ (kış) münasebetiyle muvaffak olunamamış idi. Her nasılsa, şubat ayında bir derece ve bir aralık havalar kesb-i i’tidâl edip ramazân-ı şerîfin takarrübü cihetle üç aylarda cerre çıkan talebe-i ulûm gibi, biz de zâhir ü bâtın cerr-i menfa’at-i ma’neviyye niyet-i hayriyyesiyleSultân-ı Ulemâ-billâh kuddisesirruh’ul-azîz efendimizin gayet sevgililerinden Serasker Mektupçu âtıfetlû Muhtar Efendi Hazretlerini ziyaretlerine gidip oradan işe bed’ümübâşeret olunmuştur. Bir sabah müşarünileyh (Fevzi Efendi) hazretleinin konaklarına gittik. Fakirlerini takdim ve tavsiye ettiler ki  “Peder merhumun (Mustafa Fehmi’Efendi’nin) Aşçı Dedeleri ve Dördüncü Ordu-yıHümâyûnsâbıkruznamçecisi İbrahim Efendi bendeleridir.” Bu aşçı dedelik tabirinden müşarünileyh Muhtar Efendi Hazretlerinin kalbinde muhabbet-i ma’nevi husûlünü zâhirde olan sîmâ-yıâlîlerinden anladım. Fakir de bazı güne muhabbetler meydana koyup bi-hasebi’l-butûn  “Merec’el –bahreyniyeltekiyâni. Beynehumâberzahun lâ yebgiyâni” (İki denizi salıverdi, birbirine kavuşuyorlar. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar. Rahman 19-20.ayetler) sırrı zuhuruyla iki kalb-i âşık birbirine herc ü merc olmuştur….. İşte bu mestanelik ile oradan çıkıp müşarünileyh Hacı Fevzi Efendi Hazretlerinden ayrılıp yalnızca doğruca Ayasofya Câmi’-i Şerîfîne gittim… “[1]

Hacı Fevzi Efendi, babası Fehmi Efendi’den aldığı hilâfet gereği gerek müridanın ve gerekse fakir gurebanın meseleleriyle uğraşmaktan çok yoğun bir mesaiyle, evine bile gitmeyip gece iki-üç lere kadar çalışmaktadır. Öyle ki, Aşçı Dede Efendi, Hacı Fevzi’nin babası Şeyh Hacı Mustafa Fehmi Efendi’yi bile bu hizmetleri ile geçip geride bıraktığını şöyle müşahede etmiştir;

“İşte kışın boyuna böylece ziyâret-i ihvân ve ziyâret-i sâdât-ı kirâm ve muhabbet-i Yezdân ile mahall-i mübârekelerdegeşt ü güzâr ederek müddet-i me’zûniyettakarrup etmeye başladı.

Ve müşarünileyh şeyhzadem velinimetim Efendim Hazret-i Hacı Ahmed Fevzi Efendi’mizin nazar-ı kimyâ-yıkudsiyyelerinden ve huzûr-ı mürşidânelerindeniftirâk-ı zâhir (ayrılık) kokusu gelmeye başladı. Ve buna ise gönül kat’â ve asla rıza göstermemeye yanaştı. Binaenaleyh fakirin taşra ordularında istihdamım kırk seneye karîb olup sadhezâr erbainler çıkarıp çilemiz resîde-i hitâm olup artık âhir-i ömrümüzde vatanımız olan Dersaadet’te iskân ve huzûr-ı hazret-i mürşidânelerinde karar kılmak üzere müşarüniley efendimize arz-ı merâm ve bu bapta zâhir ü bâtın himmet-i bî-gâyeleriylelutf u kerem ü ihsanlarının bî-dirîg buyurulmasını istirham ettim, çünkü müşârünileyh Hacı Fevzi Efendimiz Hazretleri, Sultân-ı Ulemâ-billâh kuddisesırruhu’l-azîz efendimizin zâhir ü bâtın halifeleri olup, sırr-ı hilâfet onlara (Hacı Fevzi’ye) ve sırr-ı ilmiyyet diğer mahdûm-ı âlîMehmed Sıdkı Efendimiz Hazretlerine ita ve ihsan buyurulmuş idi. Şu kadar var ki Sultân-ı Ulemâ-billâh efendimiz makâm-ı kutbiyyet ü gavsiyyeti ihraz ile Halife-i Sultân-ı Enbiyâ ve Resûl-i Hazret-i Kibriyâ olup ve makâm-ı vâlâ ve bâlâ öyle tez elden ve aceleten elde edilemeyeceği emr-i bedîhî olup tedrîc ile aheste ve beste lutf u ihsan ve atıyye-i ilâhiyye-i ilâhiyye ile vusul müyesser olacağından şimdilik Sultân-ı Ulemâ-billâh Efendi’mizin ahvâl-i zâhire-i kudsiyyeleri olan mahlûk-ı Hudâ’nın ve üftâde olan fukara ve zu’afâ ve dervîşânın reviş-i mesâlih-i dünyeviyye ve uhreviyyeleriyle meşgul olmak veraseti tamamıyla ve fevkalâde olarak müşarünileyh Hacı Fevzi Efendi Hazretlerine ihsan ve ita kılınmış olup artık leyl ü nehâr bununla meşgul oldukları ve hatta pek çok zamanlar vaktiyle saadethanelerine gelemeyip gece saat iki ve üçte teşrif buyurdukları ve ekseriya dahi kendileri kemâl-i meşguliyet ile taam etmeyi nesyenmensiyyen unutup vakt-i asra kadar öyle aç, bî-ilâç kalıp sonra der-hâtır ederek bir miktar şey tenavül buyurdukları aynen müşahede olunmuştur.

Velhâsıl Sultân-ı Ulemâ-billâh efendimizi bi-hasebi’z-zâhir hizmet-i mahlûk-ı Hudâ hakkında kat-ender-kat ileri geçmiş idiler. Cenâb-ı Hak ve Fevvâz-ı mutlak, sevgili Habîb-i Ekrem’i sallallâhu aleyhi ve sellem hürmetine bu hizmet-i âlîde daim ve baki ömr ü âfiyet-i mürşidâneleriniefzûn ve dâ’ire-i sıhhat üzere sâbit-kadem edip suverî ve manevî murâdât-ı reşâdetlerini ihsan ve karîbü’z-zamân, makâm-ı ulyâ-yıverâset-i nebeviyyeyiatıyye-i ilâhiyyeden olmak üzere ihsân u inayet buyursun, âmin bi-câhiseyyidi’l-murselînsallallâhuta’âlâ aleyhi ve sellem.”[2]

Bu arada Aşçı Dede Efendi Bâb-ı Seraskeride görevli Osman Faiz Bey’in Şam’a tayinini öğrenmiş ve Hacı Fevzi Efendi’yi de alarak ziyaretlerine gitmiştir. Dede Efendi hatıratında bu ziyaretten tafsilatlıca şöyle bahseder;

“Ve İşbu vukuatı evvelce hazret-i şeyhzâdemfaziletlüreşadetlü Hacı Fevzi Efendi Hazretlerine arz etmiş idim. Buyurdular ki  “İşte âşık böyle olmalı ki maşûkunu böyle bir mahall-i mübârekeye sevk eder.( İşte, âşık böyledir ki, sevdiğini böyle mübârek bir yere sevk eder.)  Bu mahzâ sizin himmet ü teveccühâtınız ile olmuştur. (Bu muhakkak sizin himmetleriniz ve yüksek teveccühleriniz ile olmuştur.) Binaenaleyh bize de vacip oldu ki cananınız Osman Bey Efendimizi görelim ve gönülleriyle duasını alalım” buyurdular. Fakir de fevkalâde teşekkür ederek hazret-i şeyhi alıp birlikte Bâb-ı Seraskerî’ye gittim. Odalarına girmediler: “Orada muhabbet olunamaz, dairede olan câmi’-i şerîfe teşrif buyursunlar” dediler. Fakir derekap odasına girip iştenhaberdar ettim. Huda hakkı için o kadar memnun oldular ki yani Hazret-i Pîr Efendimiz teşrif buyurmuşlar gibi. Nasıl sandalyeden hareket ve süratle kendisini câmi’-i şerîfe attığını tarif edemem. “Aman efendimiz, zahmet buyurdunuz, rahmet ve şefkat oldu!” deyip ellerine kapanıp kucaklarına düştüler, yani vehleten zâhir ü bâtın tamamıyla kemaliyle dehalet edip (ya’nîânîden hem dışından ve hem kalbinden) “aman efendim!” nidasıyla bir anda hazret-i şeyhin kalplerine duhul ve makâm-ı mahsûsunaku’ûd ettiğini (kalblerine girip husûsîmakâmına oturduğunu) hissettiğimde artık fakirde olan sürur u hubûrun (sevincini ve neş’esinin) derecesini tavsif edemem. Velhâsıl “Merece’l-bahreyni” (iki denizi salıverdi – Rahman 19) sırrı zuhur etti. Artık cananımızın hazret-i şeyhe olan niyaz u istirhamları nihayeti yok idi. Hatta hazret-i şeyhin bendelikcerîdesine kendilerini kaydettirmek için Osman Bey dedi ki “Efendimiz; validem cariyelerinin ismi Ümmügülsüm’dür.” Hazret-i şeyh efendimiz buyurdular ki “Fakirinizin validemin ismi de böyledir. Binaenaleyh asla ferâmûş olmazsınız (aslâ unutulmazsınız) azizim.”[3]deyip biraz Hicaz ahvalinden sohbet olunup ve dualar ederek elveda buyurdular. Ve müşarünileyh şeyh efendimiz taraflarından dahi mumaileyh Abdülvâhid Efendi’ye aceleten bir tavsiyename yazılıp evvelce posta ile gönderdiler. Ve mîr-i mûmâileyh bundan birkaç gün sonra hareket edip vapura götürüp dualar ettim. İkimiz de ağlaşarak birbirimize sarılıp bir veda ettik ki felek de melek de ağladı. Onlar da veda etti.

Müşarünileyh şeyh efendimiz (Hacı Fevzi) hazretleri, Osman Bey’imizin hareketinden sual buyurdular. “Gitti ” dedim. Bazı gûne buna dair muhabbetler oldu. Ve o sırada bir hikâye dahi nakil buyurdular. Bundan anladım ki Osman Bey’imiz cananımız Hicaz da Sultân-ı Ulemâ-billâh kuddisesırrıhu’l-azîzin nezdinde ve kurb-i ilâhîde kalacaklardır. “ Zâliketakdîru’l-azîzi’l-alîmi.”[4]

(***Sürecek)       

 

[1]Aşçı Dede’nin Hatıraları, c.2, s.811.

[2]Aşçı Dede’nin Hatıraları, c.2, s:801.

[3]Mazhar Müfit Kansu’da “Erzurumdan ölümüne kadar Atatürkle beraber” isimli hatıratının birinci cildi sahife 204’te Hacı Fevzi Efendi’nin sözlerine “Fakiriniz” diyerek başladığını kaydeder.

[4]Aşçı Dede’nin Hatıraları, c.2, s.829-830.