(1861-1923)

“Şeyh Hacı Fehmi Efendi’nin Kahramanlığı;

Bizim süvarilerimizden çoğu Eleşgirt ordusuyla beraber olup, henüz bize yetişemedikleri ve derlenip toparlanmaları daha bir iki güne bağlı olduğu için öncü karakol hizmetini görecek kimse yoktu.

İşte bu mühim vazifeyi, muhip ve müridlerinden yetmiş-seksen süvari ile Erzincan’dan gelip orduya katılan, Erzincânî Hacı Fehmi Efendi hazretleri üzerine aldı. Bu zat sırf cihat ve gazâ farzını yerine getirmek ve Allah rızası için müslüman’a yakışırcasına orduyu hümâyun’a gelmişti. Kendisi Yüce Nakşîbendî Tarikatı Şeyhlerinden ve çok âlim bir mubârek kimse idi.

Hacı Fehmi Efendi, diğer başıbozuk döküntü süvarilerinden toplayabildiğini de yanına alarak, ordunun öncülük ve karakolluk hizmetini ifâ ediyordu. Şeyh Efendi Hazretleri’nin, hareketini durmadan değiştiren düşmanın niyetini sezerek, her saat başı kendi eliyle yazdığı jurnaller kumandan paşa ya peşpeşe gelmekteydi.”

“Şeyh Hazretleri, Muhammedî güzel ahlâka sahip olduktan başka, devletin iç ve dış işlerini bilir, hastalığımızı ve sebeplerini anlamış, uyanık, siyâsi, kâmil bir insan idi. Ulemâ ve şeyhler içinde benzerini görmediğim için, yüce zâtına olan muhabbetim pek fazla idi. Dünyâda âlim ve fâzıl kimseler ve şeyhler pek çoktur, sayılmakla tükenmez. Fakat biz, neyiz, zaman nedir,(asrın gereği nedir), avrupa’nın hâli nasıldır, millet ve devlet neye muhtaçtır. Hâle ve zamana göre devletin siyâseti neyi icap eder? Bunu bilmezler, İslâm devletini, bin sene evvelki kuvvet ve şevketine sâhip zannederek, siyâsi ve içtimâî bütün işlerini ona göre görürler.”

Hacı Fehmi Efendi “Ve eiddûlehum.” (Enfal/60’ ilk kelimeleri) âyet-i kerimesini zamanın icap ettiği şekilde tefsir ederek, âyetin alt tarafından olan “mestet’tüm…”[1] (gücü’nün yettiği kadar) kelimesi’ninşümûlünün, milletin kuvvet ve kudret bulması için, ferdî mes’uliyet altına soktuğunu söyler. Bu kelimenın taşıdığı tehditten kendisini hariç zanneden adam, ya hiçbir işe aklı ermeyen veya İslâm Cemiyeti içinde adamdan sayılmayan biridir, derdi.

Gerçi, dünyada verilmesi en kolay şeyin nâsihat olduğunu söylerler ki pek doğrudur. Ama Şeyh Hazretleri böyle değildir. Bu hazret, nefsine bizzat tatbik ettiği yüce huy ve hareketlerden bahsederek halkı yüksek ahlâka teşvik ederdi. Dâima çuvaldızı kendine, iğneyi karşısındakine batırarak “Ete’mürû’nennâse” (Bakara/44, ilk kelimeler) tehdidinden sakınırdı.

“Hazret-i Şeyh, ateş parçası bir kahramandı; Bu muharebe (93 Harbi) çıkmadan iki sene evvel, fakir bir iş için Erzincan’a gitmiştim. Hazret-i Hoca’yı orada tanıdım. Ahlâk ve etvârını aklımın erdiği kadar tetkik ettim. Allah onu korusun! Fâzîlet, cömertlik, kerem, zekâ, ilm’ü irfan bir vücud giymiş de bu hazret olmuş zannolunurdu.

Kendisi, ıslâhâtın çevreden merkeze gitmesi fikrinde olduğu için, büyük şehirlerden çok, evvelâ köylülerin tahsiline ehemmiyet verirdi. Köylüler hiç olmazsa, hükümetten gelen bir emri okuyacak kadar okumaya; tahsildara verdiğini, alacağını, borcunu bilecek kadar hesaba vâkıf olmaları; dînin zaruri bilgilerini muhakkak bilmeleri için köy hocalarını teşvik ederdi. Mektebi olmayan köylere mektep yaptırmak için yardım toplar, bu yolda halka yüzsuyu dökmeyi de kendine mukadder bir hizmet sayardı. Konağında ve sofrasında her zaman beş on misafir ve garip bulunur, bunların hepsine bizzat hizmet etmesini severdi.”

Hazret-i Şeyh’in yaşı o tarihte altmış beşi geçtiği halde tüfeği omzunda, ravelyeri yanında, kaması belinde, çevik, tetik, bir ateş parçası kahraman kesilmişti. Düşmana karşı en genç gazilerimizin gösterdiğinden daha çok yararlılıklar gösteriyordu. Geceleri yatak yüzü görmez, askerî hareketler sırasında uykusuzluğu, rahatsızlığı ve kure peksimetle kanaati, kendisi için ibâdetin en şereflisi sayar; askerlere de dâima sabır ve sabât tavsiyesinde bulunurdu.

Hazret-i Hoca’nın savaş yerinde, çeşitli ihtiyaçlar ve rahatsızlıklar içinde yaşadığı sırada, Osmanlı ülkesinde onun emsâli âlimler ve şeyhler, rahat döşeklerinde, sanki bu cemiyetin dışında, bambaşka bir topluluk imişler gibi keyiflerine bakıyorlardı.

“Her dümakbûlendemmâ in gücâ, ü an gûcâ” (İkisi de hoş; amma, o nerede bu nerede?)” İşte Hacı Ahmed Fevzi Efendi, böylesine bir babanın oğludur.

93 Harbi esnasında tabur imamı olan Harputlu Osman Bedreddin Efendi (İmam Efendi) Kuddisesirruhu Hazretleri, bu vazifesi sırasında Şeyh Mustafa Fehmi Efendi’nin sohbetlerinde bulunmakla şereflenmiş ve ondan feyiz almıştır.[2]

Hacı Mustafa Fehmi Efendi, Erzincan’ın diğer Nakşîbendi dergâhı olan Kırtıloğlu tekkesi postnîşîni Muhammed Pîr-i Sâmî Hazretleri’ne Tarikat-ı Nakşîbendiyye’ninteâmül terbiye ve inceliklerini öğretip ders vermiştir.

Hazreti Şeyh Gazi Mustafa Fehmi El Erzincâni[3] üç defa hacca gitmiş, son gidişlerinde oğlu Hacı Fevzi Efendi, damadı Tahir Efendi ve Halifelerinden Hacı Abdullah Efendi’yi de yanlarına almışlardır. Mustafa Fehmi Efendi Mekke-i Mükerremede vefat etmiştir. (1880) Kabri şerifleri CennetülMuallâ’da Hazret-i Haticenin kademi şerifleri ucundadır.[4]Rahmetullahi aleyh. Fehmi Efendi’nin bilinen halifeleri; oğlu Şeh Hacı Fevzi Efendi ve aynı zamanda Melâmî Tarikatı mensubu da olan Ciminli Süleyman Baba (Vefatı:1939 Erzincan depremi)dir.[5] Talebelerinden Mevlevi Şeyhi Kemahlı İbrahim Hakkı Dede (Resim11) Hocası Mustafa Fehmi Efendi’ye olan sevgi, hürmet ve muhabbetini yazdığı şu mısraları ile dile getirmiştir;

Hocası Mustafa Fehmî Hazretleri’ne ithafen,

 Terzi Baba Hazretleri’nin diğer hulefasını sayarken hatırâtında; (Şeyh Mustafa Fehmi’den sonra) “Dört halife var idi: Hafız Rüşdü, Leblebici Baba, Hacı Baki Baba, Abdussamed Efendi Hazerâtıkaddesallâhuesrârehumu’l-aliyyete, çehâryâr kıdemine vasıl olmuş idiler. İşte o zamân-ı sa’âdet idi ki üçler, yediler, kırklar, müşahade olunmuş idi sultanım.”diye kaydetmiştir.

Yapmış olduğumuz araştırmalar neticesinde Terzi Baba Hazretlerinin Erzincan dışında Bayburt’tan başka onun sohbet halkasında bulunmuş çevre vilâyetlerde de (Elâzığ, Malatya ve Sivas) mühim zatlar’ın olduğu tesbit edilmiştir. Erzincandaki Halifelerini bir sonraki makalemizde zikredeceğiz.