Osmanlı’dan günümüze ulaşan saraylar, sadece mimari yapılar değil; birer tarih, kültür ve güç göstergesidir. İstanbul ve çevresindeki bu eşsiz yapılar, geçmişin izlerini taşırken ziyaretçilerine görkemli bir zaman yolculuğu sunar.

Dolmabahçe Sarayı (İstanbul)

Dolmabahçe Sarayı’nın bulunduğu bölge, antik çağlardan beri pek çok kez gemilerin sığındığı doğal liman görünümünde bir koy olarak bilinmektedir. Aynı zamanda, 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi sırasında, Haliç’e indirmek üzere gemilerini karaya çıkardığı yer olduğu da rivayet olunmaktadır. Osmanlı döneminde Kaptan-ı Derya’nın donanma gemilerini demirledikleri ve geleneksel denizcilik törenlerinin yapıldığı bu koy, 17. yüzyıldan itibaren doldurularak “Dolmabahçe” adıyla padişahların hasbahçesi konumuna getirilmiştir. 19. yüzyıla kadar bu hasbahçe içinde yaptırılan ahşap köşk ve kasırlar topluluğu “Beşiktaş Sahil Sarayı” adıyla anılmıştır.

Sultan Abdülmecid döneminde (1839-1861), kullanışsız hâle gelen Beşiktaş Sahil Sarayı yıktırılarak yerine Dolmabahçe Sarayı yaptırılmıştır. Dolmabahçe Sarayı’nın inşa sürecini Ebniye-i Hümâyûn kalfalarından (saltanat yapıları kalfaları) Karabet Balyan, Ohannes Serveryan, Nikoğos Balyan ve James William Smith; bina eminliğini 1843-1850 yılları arasında Hacı Said Ağa, bu tarihten 1856’ya kadar ise Esseyyid Ali Şahin Bey yürütmüştür.

Cumhuriyet’in ilanından sonra Mustafa Kemal Atatürk, 1927-1938 yılları arasında sarayda aralıklarla 4 yıl kalmış, çalışmalarını buradan yürütmüş ve burada vefat etmiştir. İsmet İnönü döneminde 1949’a kadar Cumhurbaşkanlığı makamı olarak kullanılan saray, 1984’te Osmanlı döneminde kullanıldığı gibi özgün tefrişiyle müze-saray olarak geziye açılmıştır.

İshak Paşa Sarayı (Ağrı)

İshak Paşa Sarayı, saraydan öte bir külliyedir. İstanbul Topkapı Sarayı'ndan sonra son devirde yapılmış sarayların en ünlüsüdür.

Doğubeyazıt İlçesi'nin 5 km doğusunda, bir dağın yamacındaki tepe üzerine kurulan saray, Osmanlı İmparatorluğu'nun Lale Devri’ndeki son büyük anıt yapısıdır. 18. yy. Osmanlı mimarisinin en belirgin ve seçkin örneklerinden olduğu kadar, sanat tarihi yönünden de değeri büyüktür.

Sarayın Harem Dairesi Takkapı kitabesine göre yapılış tarihi Hicri 1199, Miladî 1784'tür. Saray Osmanlı, Fars ve Selçuklu uygarlığının mimari üslubunu bünyesinde toplayan bir özellik taşır. Cildıroğullarından II. İshak Paşa ile Çolak Abdi Paşa'ca 1685'te yaptırılan saraya, 1784'te son şekil verilmiştir. Yapı yaklaşık olarak 115x50 metre ölçülerinde bir alana kurulmuştur. Kesme taştan yapılan sarayın doğu cephesindeki portali kabartma ve süslemeleriyle Selçuklu sanatının özelliklerini yansıtır.

Topkapı Sarayı (İstanbul)

Topkapı Sarayı, İstanbul’un fethinin ardından Fatih Sultan Mehmed tarafından 1460-1478 yılları arasında yaptırılmış olup takip eden padişahların yaptırdıkları ilave yapılarla günümüzdeki hâlini almıştır. Zeytinlik olarak adlandırılan Sarayburnu’nda bahçe düzenlemeleri ve köşklerle başlayan inşaat, Sûr-ı Sultânî (Kal‘a-i Sultânî) adı verilen surlarla devam etmiştir. Saraya uzun yıllar Beyazıt’taki eski saraydan dolayı Sarây-ı Cedîd-i Âmire denilmiş, ardından Toplu Kapı denilen köşkün isminden dolayı Top Kapısı Sarayı adı kullanılmaya başlanmıştır. Zaman içerisinde ilavelerin yapıldığı saray, 19. yüzyıl ortalarına kadar yaşam ve yönetim merkezi olmaya devam etmiştir. 1840’lara gelindiğinde, mevcut sarayın 19. yüzyıl devlet protokolü gereklerini karşılamakta yetersiz kalması sonucu 1843-1856 yılları arasında Dolmabahçe Sarayı inşa edilmiş ve bir süre sonra hanedan için yaşam ve yönetim merkezi tamamen Dolmabahçe Sarayı’na taşınmıştır.

Topkapı Sarayı, İstanbul’un en eski tarihî bölgelerinden birinde yer alır. Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasında kalan tarihî İstanbul Yarımadası’nda bulunan saray, İstanbul’un ikonik yapılarından biridir. Sarayburnu’nda bulunan Doğu Roma akropolü üzerindeki 700.000 metrekarelik bir alan üzerine kurulmuş olan Topkapı Sarayı, 31. Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecid’e kadar yaklaşık dört yüz yıl süreyle imparatorluğun idare, eğitim ve sanat merkezi; padişahların da ikametgâhı olmuştur. 19. yüzyılın ortalarından itibaren hanedanın Dolmabahçe Sarayı’na taşınması ile terk edilen Topkapı Sarayı, tarihî önemini ve değerini korumuştur.

Topkapı Sarayı, 6 Eylül 2019 tarihli ve 30880 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan 44 No’lu kararnamenin ardından Millî Saraylar İdaresi Başkanlığı’na bağlanmıştır.

Beylerbeyi Sarayı (İstanbul)

Üsküdar Beylerbeyi Sarayı, Osmanlı padişahlarının sayfiye mekânı ve yabancı devlet başkan ya da hükümdarlarının ağırlanacağı bir devlet konuk evi olarak düşünülmüş ve devrin padişahı Sultan Abdülaziz’in (1861-1876) isteği üzerine inşa edilmiştir. Baş mimarı Serkis Bey Ermeni Balyan ailesindendir. Balyan ailesinin esas işi müteahhitliktir. Dolmabahçe sarayının müteahhidi de bu aile idi. Sarayın iç ve dışındaki Barok sitilinin görülmesi, yapımı esnasında batı mimarisinin çok etkisinde kalındığını gösterir. Saray 12 Nisan 1865 günü, Beylerbeyi camiinde kılınan Cuma namazının ardından Sultan Abdülaziz Han tarafından açılışı yapıldı.

Beylerbeyi Sarayı Bodrum ve 2 normal katla beraber 3 katlıdır. Bu sarayda 23 oda 6 salon olmak üzere 29 birim vardır. Saray haremlik ve selamlık olarak iki ana bölümdür. Ana binanın üç kapısı vardır. Bu kapılardan Üsküdar tarafı yüzünde olanı Selamlık bölümü içindir. Beykoz tarafına bakanı yüzdeki de Harem bölümü kapısıdır. Salon tavanları Osmanlı armalı bayraklı Osmanlı askeri gemi resimleri ile süslenmiştir. Sultan Abdülaziz Han Donanmayı ayrı severdi. Sultan Abdülaziz’in denize olan tutkunluğu nedeni ile bu şekilde gemi resimlerine ilaveten bazı odalardaki koltukların hatta asılı aynaların kenarları gemi halatı süslüdür.

Batı ve Doğu üsluplarının karıştırılması ile inşa edilen Beylerbeyi Sarayı, Harem ve Mabeyn bölümleri ile Türk evi plan özelliğini taşımaktadır.

Çırağan Sarayı (İstanbul)

Çırağan Sarayı’nın tarihi, tahmin edilenden çok daha geriye, 17. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Bugün sarayın bulunduğu yer, 17. Yüzyılda “Kazancıoğlu Bahçesi” adıyla meşhurdu. Sultan I. Ahmed devrinde (1603-1617) Hasbahçe olarak Padişah ve ailesi için ayrılmış önemli bir yerdi. IV. Murad zamanında (1623-1640) ise kızı Kaya Sultan’a hediye edilmiş, böylece burada hanedana ait ilk yapı şekillenmiştir.

Araziye yeni bir sarayın yapılması işine Nikogos Balyan’ın çizimleriyle başlanmıştır. Bu çizimlere dayanarak mimarın oğulları Sarkis ve Agop Balyan inşaatın yapımı için görevlendirilmiştir. Arazinin ortasında kalan Beşiktaş Mevlevîhânesi’nin kaldırılmasına karar verilmiş ve Maçka’da yeni bir mevlevihane binası yapılarak eskisi yıktırılmıştır. İnşaatı 1863’te fiilen başlayan saray 1871’de tamamlanmıştır. Çırağan Sarayı, neoklasik bir üsluba, mermerden bir dış cepheye ve süslü bir iç mimariye sahiptir.

1871’den itibaren hanedanın üyeleri tarafından kullanılan saray 1878’de II. Abdülhamid’i tahttan indirip yerine Çırağan’a kapatılan V. Murad’ı geçirmeye çalışan Ali Suavi ve arkadaşlarının başarısız darbe girişimine sahne olmuştur. Saray II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Meclis-i Meb‘ûsan ve Ayan Meclisi’ne tahsis edilmiştir. Ancak 1910’da çıkan yangın sonucu sarayın dış duvarları hariç tümü yanmıştır. Sarayın arazisi Beşiktaş Jimnastik Kulübü’ne tahsis edilmiş ve bir süre Şeref Stadı olarak kullanılmıştır. Bu sırada sarayın bahçesinde futbol maçları düzenlenmiştir. 1990’lı yıllara doğru yapılan restorasyonun ardından lüks bir otel olarak kapılarını açmıştır.

Küçüksu Kasrı (İstanbul)

Göksu ile Küçüksu dereleri arasında kalan çayırlık alan, Osmanlı döneminde padişahların Boğaz?içi’ndeki hasbahçelerinden, zamanla da en gözde mesire yerlerinden biri olarak tanınmaktadır.

17. yüzyılda ünlü seyyah Evliyâ Çelebi, “bir âb-ı hayât nehirdir” diye bahsettiği Göksu’yu, üzerinde kayıklarla dolaşılan; etrafı gül bahçeleri, küçük köşkler ve hazineye ait değirmenlerle çevrili sakin bir yer olarak tasvir etmiştir. Sultan IV. Murad (1623-1640), Kandilli’ye kadar sık selvi ağaçlarıyla kaplı Küçüksu ve çevresini düzenlettirerek buraya “Gümüş Selvi” adını vermiştir.

Küçüksu Kasrı, 1983’te müze-saray olarak ziyarete açılmıştır.

Bodrum katıyla birlikte üç katlı olan Küçüksu Kasrı, 15x27 metrelik bir alan üzerine yığma tekniğiyle ve kâgir olarak yapılmıştır. Bodrum katı kiler, mutfak ve hizmetkârlara ayrılmış; diğer katlar ise bir orta mekâna açılan dört oda biçiminde düzenlenmiştir. Bu özelliğiyle geleneksel Türk evi plan tipini yansıtan yapı, genellikle dinlenme ve av amaçlı olarak kullanılan bir “biniş kasrı” niteliğindedir.

Ihlamur Kasrı (İstanbul)

Beşiktaş, Yıldız ve Nişantaşı yamaçları arasında kalan Ihlamur Vadisi, tarihî kaynaklardan anlaşıldığına göre 18. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar içinden Fulya deresinin aktığı, ıhlamur ve çınar ağaçlarının gölgelediği, yeşillikler içinde bir mesire idi.

Bugün kasırların yer aldığı vadinin ilk bölümü, Sultan III. Ahmed (1703-1730) döneminde tersane eminlerinden Hacı Hüseyin Ağa’ya ait bağ iken, devlet hazinesine katılarak padişaha ait bir hasbahçeye dönüştürülmüştür.
Kasrın iç süslemelerinde Osmanlı saraylarında 19. yüzyılda tercih edilen Batılı dekorasyon anlayışına uygun bir süsleme programı uygulanmış, Avrupa’nın çeşitli üsluplarındaki mobilyalar ve döşeme ögeleriyle belirli bir bütünlük sağlanmıştır.

Maiyet Köşkü ise, orta sofaya açılan köşe odalarından oluşan mekân düzenlemesiyle geleneksel bir şema sergilemektedir. Odaların duvarlarında farklı renklerde, mermer görünümü veren stuko tekniği uygulanmıştır.

Her biri kendi döneminin ruhunu yansıtan bu saraylar, tarihî kimlikleriyle hem kültürel mirasımıza ışık tutuyor hem de İstanbul’un siluetine zarafet katıyor. Mimariden tarihe, her ayrıntıda geçmişin izlerini görmek mümkün.

Muhabir: Merve Kiraz