İstanbul… Sadece camileri, kuleleri ve kalabalık caddeleriyle değil, aynı zamanda Osmanlı dönemine tanıklık etmiş ihtişamlı yapılarıyla da benzersiz bir şehir. Dolmabahçe ya da Topkapı gibi saraylar kadar adını sık duymadığımız ama tarihi ve mimarisiyle göz kamaştıran birçok saray ve kasır, Boğaz’ın iki yakasında ziyaretçilerini bekliyor.
Yıldız Sarayı ile başlayalım... İlk olarak Sultan III. Selim’in annesi Mihrişah Sultan için yaptırılan bu yapı, II. Abdülhamid döneminde devletin yönetim merkezi haline gelmişti. Beşiktaş sırtlarına yayılan yapı, tek bir saraydan çok daha fazlası: bahçeleri, köşkleri, hizmet binaları ve koruluklarıyla devasa bir kompleks.
Beylerbeyi Sarayı, Üsküdar sahilinde, Osmanlı’nın yazlık ihtişamını yansıtan bir başka örnek. Sultan Abdülaziz’in talimatıyla 1860’lı yıllarda inşa edilen bu yapı, günümüzde hem mimari hem de tarihi değeriyle ziyaretçilerini büyülüyor.
Küçüksu Kasrı, Göksu Deresi’nin kıyısında konumlanan zarif bir yapı. Padişahların günübirlik gezileri için kullanılan bu kasır, dönemin mimari zevkini yansıtan ince detaylarla dolu.
Dolmabahçe Sarayı, adını herkesin bildiği, ama detaylarının az bilindiği bir şaheser. 1856’da Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılan saray, batı mimarisiyle Osmanlı ihtişamını bir araya getiriyor.
Aynalıkavak Kasrı ise Haliç kıyısında, Tersane Bahçesi olarak anılan eski bir korulukta yer alıyor. İlk yapılar 1613 yılında I. Ahmet döneminde inşa edilmiş.
Çırağan Sarayı, adını Lale Devri’nin meşhur meşale şenliklerinden alıyor. III. Ahmed’in bu alanda başlattığı gelenek, zamanla Çırağan adıyla özdeşleşmiş ve sarayın ismini oluşturmuş.
Ihlamur Kasrı, Beşiktaş ile Nişantaşı arasında gizlenmiş küçük ama etkileyici bir yapı. Abdülmecid’in dinlenme amacıyla yaptırdığı bu kasır, zarif detaylarıyla dikkat çekiyor.
Adile Sultan Sarayı, boğazın Asya yakasında, Kandilli sırtlarında konumlanıyor. Abdülmecid’in kız kardeşi Adile Sultan için inşa edilen saray, yıllarca eğitim kurumu olarak hizmet verdikten sonra restore edilerek kültürel faaliyetlere ev sahipliği yapmaya başlamıştır.
Neden Gidilmeli?
Bu yapılar sadece mimari şaheserler değil; aynı zamanda Osmanlı’nın günlük yaşamına, protokollerine, hatta sosyal alışkanlıklarına dair ipuçları sunuyor. İstanbul’u gerçekten tanımak isteyenler için bu saray ve kasırlar, geçmişin kapılarını aralayan sessiz anlatıcılar.
İstanbul’un bilinen silüetinin ötesine geçmek, biraz arka sokaklara, biraz sahil şeritlerine inmek ve bu unutulmuş ya da gölgede kalmış yapılarla yüzleşmek, şehre bambaşka bir gözle bakmanızı sağlayacak.





