Tarihçi Murat Bardakçı'nın gün yüzüne çıkardığı, yüz yılı aşkın süre gizli kalmış bir sır… 1890'ların sonunda İstanbul'u teslim alan şiddetli yağmurların gölgesinde, dilden dile yayılan o ürpertici fısıltı herkesi dehşete düşürüyordu: Şehrin fatihi, büyük padişah Fatih Sultan Mehmed, kabrinden "Boğuluyorum, beni kurtarın!" diye feryat ediyordu. Bu esrarengiz olay, dönemin padişahı Sultan II. Abdülhamid'i, tarihin en şaşırtıcı ve tartışmalı emirlerinden birini vermeye sevk etti ve bir efsane, gerçeğe dönüştü.
İstanbul’u günlerce etkisi altına alan, şehri felakete sürükleyen şiddetli yağmurlar, halk arasında derin bir korku ve çaresizlik yaratmıştı. Ancak asıl endişe, dilden dile yayılan o ürpertici fısıltıyla başladı: Herkes, fetihlerin büyük padişahı Fatih Sultan Mehmed’in, mezarından “Boğuluyorum, beni kurtarın!” diye feryat ettiğini görüyordu. Bu doğaüstü söylenti, dönemin padişahı Sultan II. Abdülhamid'i derinden sarstı ve tarihin en gizemli kararlarından birine imza atmasına yol açtı. Padişah, bu olağanüstü durumun kaynağını bizzat öğrenmek için en güvendiği isimleri, itfaiye kumandanı Mehmet Paşa ile amcasının damadı Şerif Paşa’yı Fatih’in türbesine gizli bir görevle gönderdi.
Paşalar, Fatih’in sandukasının altındaki demir kapağı açarak bir merdivenle küçük bir odaya indiler. Burada, Fatih’in naaşıyla karşılaştılar. Şerif Paşa’nın anlatımına göre, Fatih’in yüzü, ünlü İtalyan ressam Bellini’nin tablosundaki gibiydi. Sanki uyuyor gibiydi. Böylelikle naaşın hiçbir zarar görmediğini gözlemlediler ve yağmur sularından etkilenip etkilenmediğini kontrol ettikten sonra her şeyi eski haline getirdiler ve saraya dönüp durumu Sultan Abdülhamid’e bildirdiler.
Fatih’in bedeninin aradan geçen asırlara rağmen bozulmamış olduğunu öğrenen Sultan, bu bilginin bir devlet sırrı olarak kalmasını istedi ve paşalara kesin bir dille "Gördüklerinizi unutunuz!" emrini verdi. Tarihin tozlu sayfalarına gömülen bu sır, onlarca yıl boyunca kimsenin anlatmaya cesaret edemediği bir hikâye olarak kaldı. Nihayet 1940'larda Şerif Paşa'nın anılarıyla gün yüzüne çıkan bu olay, sadece bir naaşın değil, aynı zamanda çağları aşan bir inancın ve gizemin de ne kadar güçlü olabileceğini bir kez daha kanıtladı. Yüzyıllar sonra bile Fatih’in adı, sadece fethettiği şehirle değil, aynı zamanda kabrinden gelen bir feryatla da yaşamaya devam ediyor.