.

İnsan yeni doğduğunda 120-160 atım hızla kalbi çarpar. Bu hayata adaptasyonla yani sudan hava ortamına geçmeye alıştıkça 60-100 atıma düşer. Bu evrede heyecanlandığında, korktuğunda, hızlı hareket ettiğinde tekrar bebek atımına döner. Ancak kişi bundan rahatsız olur. Ve hastalık olarak bazıları değerlendirilmeye başlanır. Panik atak, anksiyete bozukluğu, manik bozukluk, supraventriküler taşikardi şeklinde hastalık adlarıyla karşılaşır insanlar. Aslında bu durumlara çoğu anlam veremez. İşte biz hekimler bu evrede normal kalp hızına erişsin diye hastalığına göre tedaviler başlarız. Yani insan kalbi değiştiği gibi yıllar içinde düşünceleri, dinleri, algıları da değişir. Bu iki  parametre yani algıdaki bozukluk ve kalp atım hızındaki değişim bizim insanlarda çeşitli savunma mekanizmalarıyla kendilerini korumaya aldıklarını gösterir. Örneğin bir din sahibi başka bir din sahibini görünce algısındaki durum nedeniyle korkabilir telaşlanabilir. Örneğin İtalya’da ben dolaşırken din farklılığından bazı insanların yüzüme korkuyla baktıklarını gördüm. Hatta kadınlar tuvaletinin kapısı açıktı. Kapatmak istediğimde erkeklerden çekineceklerine hanımların benden korktuklarını gördüm. Oysa hiçbir din kötülük içermezdi. Ancak yıllar içersinde birbirini tanımak yerine patolojik algılar hezeyanlar üreten insanlar birbirlerinden korkar oldular. Şu anda İsrail Filistin savaşı mevcut. Burada da İsrail’deki Yahudiler Müslümanlardan korktuğu için savunma mekanizması olarak öldürmeyi tercih ettiler. Demek ki insanoğlunun kendi oluşturduğu hezeyanlar  başka dindeki insanları öldürmeye gidecek kadar şizofrenik bir algı içine sokabiliyor. Bu aşamada biz hekimler algı açısından insanlara pozitif eğitimler vermeliyiz. Her insanın bambaşka özellikleri olabileceğini, yemede, içmede, sıcaklıkta kendileri gibi hissedebileceğini aktararak düşmanlık bağları yerine hoşgörü bağlarını koymalıyız. Yani toplumsal sağlık için daha hasta olmadan insanları koruyucu hekimlik anlamında uyarabiliriz. Ölümün bir son olmadığını devam edecek bir sürecin olduğunu aktarabilmeliyiz. Yaratıcının iyiliğini hangi dini hangi hayatı seçerlerse seçsinler onun yardımcı olduğunu anlatabilmeliyiz. Sonuç hastalıkların etyoljisine baktığımızda çoğunun algı patolojisi ve bunun getirisi olarak kalpteki sıkıntılardan meydana geldiğini görebiliriz. 

Bu arada yapılan çalışmalara göre kalbimiz Çin tıbbına göre öğle saatlerinde en iyi çalışma prensibini gösterir. Bu evrede ona yardımcı olmak için yemek yemek veya dinlenmek en iyi tercihtir. Sonrasında yapılan araştırmalar sonucunda oruç tutmanın kalbe faydalı olduğu gösterilmiştir. Kalp aynı zamanda duyguların yönetildiği merkezdir. Biz ne kadar da beyin hormonlarına bağlayarak tedavi etmeye çalışsak da psikoljik hastalıkları; kalbin mutmain olduğu kişiler çok daha hızlı iyileşir. Yani şükreden, verilen nimetleri doğru algılayan ve yaratıcının güven fanusuna giren kalp her zaman hastalıklara karşı koruma kalkanlı gibidir. Yaratıcıya da baktığımızda ister Müslümanlık, ister Nasranilik, ister Yahudilik olsun hepsinde iyiliği ve yardımı öğütler. Sonuç farklı dinler kalplerin ortak Allaha baktığı çeşitliliklerdir. Savaş açılması için değildir. Kalp sonuç sahibine döndüğünde huzura kavuşur. Kıyametin kopuşu da hangi menzilde hangi yerde olursak olalım aynı anda tüm kalplerin birlikte durmasıdır.  Bu aşamaya kadar da sahibin istediği şekilde kalbi kullanmak hem hastalıkların tedavisinde hem de hastalık oluşmasının öncesinde bize en iyi yardımcıdır. Kalplerinizin hep Allah’ı zikreden ona kavuşmayı bekleyen mutmain kalpler olması dileğiyle.