Modern yaşamın temel taşlarından biri olan yedi günlük hafta sistemi, aslında evrensel bir zorunluluk değil, tarih boyunca kültürel tercihlerle şekillenen bir gelenek. Bugün alışkın olduğumuz bu sistemin kökenleri, binlerce yıl öncesine, Mezopotamya’da hüküm süren Babil uygarlığına kadar uzanıyor.
Zaman birimleri genellikle doğanın döngülerine dayanır. Gün, Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki dönüşüyle; yıl ise Güneş’in etrafındaki hareketiyle belirlenir. Ancak haftanın yedi gün olması, doğrudan astronomik bir zorunluluğa dayanmaz.
Babiller, gökyüzüne büyük bir hayranlık besliyorlardı. Güneş, Ay ve Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn gibi çıplak gözle görülebilen toplam yedi gök cismine kutsal anlamlar yüklediler. Bu yedi gök cismi, onların hem dini hem de takvimi şekillendirdi. Böylece ay döngüsünü yaklaşık dörder haftaya bölerek her haftayı yedi gün olarak tanımladılar.
O dönemler bazı uygarlıklar farklı hafta uzunluklarını tercih ediyordu. Antik Mısır’da haftalar on gün, Roma'da ise sekiz gün sürüyordu. Ancak Babillerin etkisi o kadar güçlüydü ki, zamanla yedi günlük hafta sistemi Yakın Doğu’da yaygınlaştı. Yahudi toplumu bu sistemi benimsedi ve dini takvimine entegre etti. Ardından Persler, Yunanlar ve Romalılar bu geleneği devam ettirdi.
MS 321 yılında Roma İmparatoru Konstantin, yedi günlük haftayı resmileştirdi ve Pazar gününü dinlenme günü olarak ilan etti. Böylece bugün kullandığımız hafta sistemi neredeyse evrensel hale geldi.
20. yüzyıla kadar resmi bir hafta sonu uygulaması olmasa da modern dünyada cumartesi ve pazar günleri birçok toplumda tatil olarak kabul görüyor. Geçmişte bazı sistem değişikliği girişimleri olmuş olsa da yedi günlük hafta hâlâ küresel düzeyde kabul görüyor.
Takvimin bu vazgeçilmez yapısı, gökyüzüne hayran bir uygarlığın mirası. Babil’in yıldızlara uzanan bakışı, bugün bile haftamızı şekillendirmeye devam ediyor.