Şanlıurfa’nın yaklaşık 15 kilometre kuzeydoğusunda, Güneydoğu Anadolu’nun kadim topraklarında yükselen Göbeklitepe, insanlık tarihinin bilinen en eski anıtsal tapınak kompleksi olarak dikkat çekiyor. Milattan önce 9600 yılına tarihlenen bu eşsiz arkeolojik alan, yalnızca geçmişin değil, insanlığın bilinç altına kazınmış en derin duyguların da sessiz anlatıcısı.

Göbeklitepe’de yer alan ve T biçiminde oyulmuş devasa kireçtaşı dikilitaşlar, dönemin teknolojik imkânlarına göre hayret verici bir işçilik sergiliyor. Bu taşlardan biri, üzerinde alçak kabartmayla işlenmiş bir aslan ya da panter figürü taşıyor. Figür, çizgisel sadeliğine rağmen etkileyici bir duruş sergiliyor. Binlerce yıl boyunca toprak altında kalmasına rağmen, hâlâ bir tür kudreti, bir mesajı fısıldıyor gibidir: "Ben buradaydım. Gözüm gökyüzünde, ayaklarım yeryüzünde."

Bu hayvan figürünün yalnızca süsleme amacıyla orada olmadığı açık. Arkeologlara göre bu figür, kutsal alanın koruyucusu olabilir. Belki de törensel ritüellerde çağrılan güçlü bir ruhun simgesi ya da gökyüzüyle yer arasında duran bir geçit bekçisidir. Ne olursa olsun, taşın üzerindeki bu sembol, o çağın insanının yalnızca fiziksel hayatta değil, ruhsal dünyasında da ne kadar derin olduğunu gösteriyor.

Yazısız Mitoloji, Dilsiz İnanç

Göbeklitepe’nin en büyüleyici yönlerinden biri, yazı bulunmadan önce yapılmış olması. Henüz tanrı isimlerinin verilmediği, kutsal metinlerin kaleme alınmadığı bir döneme ait bu taşlar, kelimelerin ötesinde bir dili konuşuyor. Burada bulunan her dikilitaş, doğaya, gökyüzüne ve bilinmeyene duyulan saygının, hayranlığın ve korkunun bir tezahürü.

İnsanlık, daha ne toprağa yerleşmişti ne de organize toplumlar kurmuştu. Ama Göbeklitepe’de görüyoruz ki inanç çoktan doğmuştu. Belki de insanı diğer canlılardan ayıran en temel şeylerden biri olan bu “kutsala yöneliş” duygusu, işte bu taşlarda hayat bulmuştu.

Taşlara Kalple Bakmak

Bugün Göbeklitepe’yi ziyaret eden biri için bu alan sadece arkeolojik bir kazı sahası değil. Burası aynı zamanda insanlık tarihinin ilk evrensel dilinin konuşulduğu bir mekan. Dillerin, dinlerin ve kültürlerin oluşmasından çok önce, insanlar sembollerle iletişim kuruyordu. O sembollerden bazıları, hâlâ Göbeklitepe’nin taşlarında yaşıyor.

Belki de bu yüzden, bu taşların arasında yürürken birçok ziyaretçi sessizleşiyor. Oymaların içine sinmiş anlamları, bilinç dışımıza dokunan kadim duyguları hissetmeye çalışıyor. Kimileri için bir tapınak, kimileri için göksel bir takvim ya da doğayla bütünleşme alanı… Ama herkes için ortak bir şey var: Bu taşlar, sadece geçmişi değil, insan olmanın özünü anlatıyor.

Göbeklitepe: Geçmişe Değil, İnsanın İçine Yolculuk

UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Göbeklitepe, tarihçilerin ve arkeologların yanı sıra felsefecilerin, sanatçıların ve düşünürlerin de ilgisini çekmeye devam ediyor. Çünkü burada bulunan her taş, yalnızca bir kültürel miras değil; aynı zamanda insanın kendini, evreni ve ötesini anlamaya yönelik ilk büyük adımı.

Göbeklitepe bize sadece taş yığınlarını değil, insanın kutsala olan özlemini ve bilinmeyene duyduğu saygıyı hatırlatıyor. Belki de bu yüzden, o taşların arasında yürürken hepimiz bir parça kendimizi buluyoruz.

Muhabir: Merve Kiraz